1) Tarih
Bilimine Giriş
Tarihin Tanımı
İnsan
topluluklarının geçmişteki yaşayışlarını, kültür ve uygarlıklarını, sosyo-
ekonomik yapılarını neden-sonuç ilişkisi içerisinde yer ve zaman göstererek
inceleyen, elde ettiği bulguları, belgelere dayanarak objektif bir şekilde
açıklayan sosyal bilim dalına tarih denir.
Tarihi Olaylar İncelenirken Uyulması Gereken Kurallar
1. Olaylar, neden-sonuç
ilişkisi içerisinde incelenmelidir.
2.
Olayın geçtiği yer ve zaman belirtilmelidir.
3. Olayda rolü
olan kişilerin katkılarının doğru olarak değerlendirilebilmesi için olayın
geçtiği günün şartları göz önünde bulundurulmalıdır.
4. Olayın geçtiği yerde
araştırma yapılmalıdır.
5. Olaylar objektif olarak değerlendirilmelidir.
Objektifliğin sağlanması için
aşağıdaki şartlara uyulmalıdır :
*
Olayın üzerinden belli bir süre geçmelidir.
* Olay,
meydana geldiği günün değer yargıları göz önüne alınarak incelenmeli, günümüzün
değer yargıları ile yorumlanmamalıdır.
*
Kaynak taraması yapılmalıdır.
Tarih Öncesi Devirler
İnsanların
yeryüzünde faaliyet göstermeye başlamasından M.Ö. 3000 yıllarında Sümerler
tarafından yazının bulunmasına kadar geçen döneme Tarih Öncesi Devirler denir.
Tarih öncesi devirlerle ilgili
bilinmesi gereken bazı özellikler şunlardır :
* Tarih
öncesi devirlerle ilgili yazılı belgeler olmadığından insan topluluklarının
bıraktığı kalıntılar kullanılarak bilgi toplanabilmiştir.
* Tarih
öncesi devirler, insanların kullandıkları araç ve gereçlere göre dönemlere
ayrılmıştır.
* Tarih
öncesi devirlerin başlama ve bitişleri bölgelere göre farklılıklar
göstermiştir.
* Tarih
öncesi devirler Mısır hariç normal seyrini izlememiştir. Bunun nedeni göçler
sonucunda uygarlık alanında ileri toplumların diğer toplulukları etkilemesidir.
Taş Devirleri
1. Eski Taş Devri (Paleolitik)
Yontma Taş Dönemi’ni içine alan
Paleolitik Devir’de insanlar;
*
Küçük gruplar halinde avcılık ve toplayıcılıkla hayatlarını devam ettirmişlerdir.
Üretim faaliyetleri başlamamıştır.
*
Taştan, ağaçtan ve kemikten ilk defa araç - gereç yapımına başlamışlardır.
*
Ateşi bularak ısınma, pişirme ve aydınlanmada kullanmışlardır.
*
Mağaralarda yaşamışlar ve duvarlara çeşitli resimler yapmışlardır.
2. Yeni
Taş Devri (Neolitik)
Cilalı Taş Devri
diye de adlandırılan Neolitik Devirde tarımsal faaliyetler başlamıştır. Bu
gelişme sonucunda insanlar;
*
Üretici duruma geçmişler, toplayıcılıktan kurtulmuşlardır.
* Göçebelikten
yerleşik hayata geçmişlerdir. Su kenarlarında köyler kurarak toplumsal hayatı başlatmışlardır.
*
Ticaret faaliyetlerini başlatmışlardır.
*
Hayvanları evcilleştirmişlerdir.
* Keten,
kenevir gibi bitkiler yetiştirmişler ve dokumacılık faaliyetlerini
başlatmışlardır.
* Yiyecek ve
içeceklerini korumak için topraktan kaplar yapmışlardır. Topraktan ev eşyası
yapmışlar ve seramik sanatını başlatmışlardır.
Maden Devirleri
Maden Devirleri
Bakır, Tunç ve Demir Devirleri şeklinde üçe ayrılır. Ateşin bulunması
madenlerin kullanılmasına ortam hazırlamıştır. Demirin bulunması ve işlenmesi,
insanlık tarihinde çok önemli gelişmelere ortam hazırlamıştır.
Demirin yüksek
ısıda işlenmesi sanayinin gelişmesine neden olmuştur. Tunç Devri’nde önce şehir
devletleri sonra da büyük devletler kurulmuş, Demir Devri’nde ticaret hızlanmış
ve toplumların birbirleriyle ilişkileri artmıştır.
Tarih Çağları
M.Ö. 3000’li
yıllarda Sümerlerin yazıyı bulmalarıyla başlayıp günümüze kadar devam eden
döneme Tarih Çağları denilmiştir.
Tarihin
çağlara ayrılmasında toplumları etkileyen önemli sosyal ve ekonomik gelişmeler
dikkate alınmıştır. Tarih çağları İlkçağ (M.Ö. 3000 - 375), Ortaçağ (375 -
1453), Yeniçağ (1453 - 1789), Yakınçağ (1789 )
şeklinde ayrılmıştır.
2) İlkçağ Medeniyetleri
Anadolu Medeniyetleri
Anadolu, göç ve
ticaret yollarının üzerinde bulunması, Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlaması,
topraklarının verimli olması ve ikliminin insanların yaşayışına uygun olması
gibi nedenlerden dolayı zengin ve yüksek kültürlerin beşiği olmuştur.
Karşılıklı kültür alış -
verişleri Anadolu’da uygarlıkların gelişmesini hızlandırmıştır.
M.Ö. II. Binden M.Ö.
VI.Yüzyıla Kadar Türkiye Hititler
Hititler, M.Ö.
2000 yılı başlarında Kafkaslardan Orta Anadolu’ya gelerek Kızılırmak kıvrımı
içine yerleşmişlerdir. Hititler, M.Ö. 1400 yıllarında imparatorluk haline
gelmişlerdir.
Bu dönemin en
önemli gelişmesi, Hititler ile Mısırlılar arasında yapılan Kadeş Savaşı
Antlaşması’dır. M.Ö. 1296’da yapılan Kadeş Antlaşması tarihte bilinen ilk
yazılı antlaşmadır.
Hitit Devleti, M.Ö. 1200 yıllarında batıdan gelen kavimler tarafından
parçalanmıştır. Ege göçlerinden sonra şehir devletleri halinde yaşayan
Hititlere M.Ö. 700 yıllarında Asurlular son vermişlerdir.
Asurlulardan
sonra Türkiye’de Pers egemenliği kurulmuş ve Hitit halkı tamamen Pers
hakimiyetine girmiştir.
Frigyalılar
Frigler, Ege
göçleri sırasında Anadolu’ya gelerek M.Ö. 800 yıllarında Gordion (Polatlı)
merkezli bir devlet kurdular.
Kafkaslar
üzerinden gelen Kimmerlerin egemenliği altına giren Frigyalılara Persler son
vermişlerdir.
Lidyalılar
Lidyalılar,
Frigyalılar gibi M.Ö. 1200’lerde Anadolu’ya gelerek, bugünkü Gediz ve Küçük
Menderes vadileri arasında kalan bölgede Kral Giges tarafından Sard (Salihli)
merkezli bir devlet kurmuşlardır. Pers saldırılarına dayanamayan Lidya Devleti,
M.Ö. 546 yıllarında yıkılmıştır.
İyonyalılar
Dorların baskısı
sonucunda Akaların bir kısmı Yunanistan’dan Batı Anadolu’ya göç etmişler ve
İzmir çevresindeki yerli halkla kaynaşarak şehir devletleri kurmuşlardır. Bu
şehir devletleri arasında siyasal birlik sağlanamamıştır. İyon şehir devletleri
arasında en tanınmışları Efes, Milet, Foça ve İzmir’dir.
Ön Asya’dan gelen
ticaret yollarının bitim noktasında bulunan İyonyalılar, kısa zamanda ileri bir
medeniyet kurmuşlar ve kolonicilik faaliyetleriyle zenginleşmişlerdir.
Urartular
Urartu Devleti, Doğu Anadolu’da Asya kökenli Hurriler tarafından
kurulmuştur. Urartuların merkezi Tuşpa (Van)’dır. Bölgenin en güçlü
devletlerinden biri olan Urartular, M.Ö. 600’lerde Medler tarafından
yıkılmıştır.
M.Ö. II. Binden M.Ö. VI.
Yüzyıla Kadar Türkiye’de Kültür ve Medeniyet Devlet Yönetimi
İlkçağlarda
Türkiye’de kurulan devletler krallıkla yönetilmiştir. Bütün yetkiyi elinde
bulunduran krallar, aynı zamanda başkomutan, baş yargıç ve baş rahiptir.
Bu durum
kralların siyasi askeri ve dini yetkileri kendilerdinde topladıklarını ve
güçlerini arttırdıklarını göstermektedir
Başlangıçta Hitit
Krallığı, feodal beyliklerden oluşuyordu. Daha sonraları bu beylikler
kaldırılarak yerlerine merkezden valiler atanmıştır. Böyle bir değişiklikle
Hititler merkezi otoriteyi güçlendirmeyi amaçlamışlardır.
Hititlerin ilk
zamanlarında kralın yetkileri soylulardan oluşan Pankuş Meclisi tarafından
sınırlandırılmıştır. Ancak imparatorluk döneminde Pankuş Meclisi’nin yetkileri
azalırken kralın yetkileri artmıştır.
Dolayısıyla
soylular yönetimden uzaklaştırılmıştır. Devlet yönetiminde kraldan sonra en
yetkili kişi Tavananna adı verilen kraliçeydi. Tavananna, dini törenlere ve
bayramlara başkanlık yapar, kral savaşa gittiğinde ülkeyi yönetirdi. Hatta
Kadeş Antlaşması’nda Hitit kralının yanında kraliçenin de imzası yer almıştır.
Bu durum Hititlerde kadınların devlet idaresinde etkili olduğunu
göstermektedir.
Hititlerde Pankuş
Meclisi'nin bulunması meşrutiyete benzeyen bir yönetim varlığını ve kralların
yetkilerinin bir dönem kısıtlandığını göstermektedir.
Ordu
Türkiye; topraklarının verimli olması ve ticaret yolları üzerinde
bulunması sebebiyle sık sık istilalara uğramıştır. Bu durum Anadolu’da kurulan
devletleri askerliğe önem vermeye zorlamıştır.
Ticaret
faaliyetleriyle zenginleşen Lidyalılar, Anadolu’ da ücretli askerlik sistemini
kurmuşlardır. Ancak bu askerler arasında dil ve taktik birliği olmadığı gibi
vatan - millet sevgisi de yoktu. Sadece para için savaşan ücretli askerlerin
başarı kazanmasını zorlaştırmıştır. Bu durum Lidyalıların yıkılmasında etkili
olmuştur.
Hukuk
Anadolu’da İlkçağ
hukuku, komşu medeniyetlere göre yumuşak bir karakter taşımaktadır. Anadolu’da
yapılan kanunlarda komşu medeniyetlerin önemli etkisi ve katkısı olmuştur.
Hititler,
kanunlarını Mezopotamya’dan almakla beraber, ilaveler ve düzeltmelerle Anadolu’da
ilk kanunları yapmışlardır. Medeni hukuk ve ceza hukuku büyük gelişme
göstermiştir. Hitit kanunları, hür vatandaşlara olduğu kadar kölelere de
mülkiyet hakkı tanıyordu.
İlkçağ
devletlerinin temel geçim kaynağı tarım ve hayvanlılık olduğu için tarım ve
hayvanlığı korumaya yönelik ağır cezalar içeren kanunlar
yapmışlardır.Örneğin;Frigyalılarda öküz kesene ölüm cezası verilmiştir
Hititlerde
krallın buyruklarına karşı gelmek develete baş kaldırmak büyük suç sayılmış ve
ölümle cezalandırılmıştır Bu da Hititlerin merkezi otoriteye önem verdiklerini
göstermektedir
Din ve İnanış
İlkçağlarda
Türkiye’de çok tanrılı bir din anlayışı hakimdi. Bu nedenle Anadolu için “Bin
Tanrı İli” denilmiştir. Anadolu’nun batısında kurulan medeniyetler Yunan
tanrılarından, doğuda kurulan medeniyetler ise, Mezopotamya tanrılarından
etkilenmişlerdir. Bu durum, Türkiye’nin coğrafi konumundan doğan tabii bir
sonuçtur.
İlkçağ
insanlarında uğraş alanlarındaki gelişmeler inançları üzerinde etkili
olmuştur.Örneğin tarım faaliyetlerine önem veren Frigyalılarda en büyük tanrı
olarak bereket tanrısı Kibele'yi kapul etmeleri gibi
Sosyal ve İktisadî Hayat
Anadolu’da halk
sosyal sınıflara ayrılmıştı. En üst sınıf olarak kabul edilen kral ve ailesi
devletin yönetimini üstlenmiştir. Anadolu’da asillerden başka rahipler,
sanatçılar, askerler, memurlar ve köleler gibi sınıflar da bulunuyordu.
Anadolu'da bu
sınıfların bulunması Türkiye'de yaşayan insan topluluklarının arasında
eşitsizliğin olduğunu göstermektedir.
Ticarete büyük
önem veren Lidyalılar, bu amaçla Efes’ten başlayarak Mezopotamya’ya kadar
uzanan Kral Yolu’nu yapmışlardır. Bu yolun yapılması sonucunda;
*
Lidyalılar zenginleşmiştir.
*
Doğu - Batı kültürleri arasında etkileşim artmıştır.
* Takas
usulünün gelişen ticareti karşılayamaması üzerine M.Ö. 700 yıllarında
Lidyalılar ilk parayı kullanmışlardır.
Lidayalıların
parayı icat etmeleri;alışverişi kolaylaştırmış ekonomik hayatı canlandırmış
sermaye birikimine ve finans sektorünün oluşmasına ortam hazırlamıştır. Paranın
kullanılmasına başlanmasından sonra değiş dokuş(takas) uygulaması ortadan
kalkmıştır.
Denizci bir
medeniyet olan İyonyalılar, Akdeniz ve Karadeniz’de koloniler kurarak ticaret
faaliyetleriyle zenginleşmişlerdir.
Bir devletin
ekonomik, siyasal ve sosyal nedenlerden dolayı, kendi sınırları dışında ele
geçirip yönettiği ülkeye veya topraklara koloni denir. Kolonilerin
kurulmasında;
*
Hammadde ihtiyaçlarının karşılanması
*
Üretim fazlası mallar için pazar bulunması
*
Askeri gücün artırılmak istenmesi
* Diğer
devletlere askeri, siyasal ve ekonomik alanlarda üstünlük sağlama düşüncesi
etkili olmuştur.
Yazı ve Edebiyat
Anadolu’ya yazıyı Mezopotamya
medeniyetlerinden Asurlular getirmiştir.
Hititler ve
Urartular, Asurlulardan aldıkları çivi yazısını kullanmışlar, ayrıca Hititler
kendi icatları olan hiyeroglif yazısını da kullanmışlardır. Frigyalılar,
Lidyalılar ve İyonyalılar Fenikelilerin alfabesini kullanmışlardır.
Hititlerden kalan
en önemli yazılı eserler anal adı verilen yıllıklardır. Hititler anallarla
(yıllıklar) Anadolu’da tarih yazıcılığını başlatmışlardır.
Hitit
yıllıklarında kralların,zaferi kadar yenilgilerininde yıllıklara yazdırılması
tarafsız bir tarih anlayışına sahip olduğunu göstermektedir.Bu yıllıklar
,İlkçağ Anadolu tahihinin aydınlanmasında önemli rol oynamışlardır.
Bilim ve Sanat
Anadolu medeniyetleri
içinde her yönden en ileri olanı İyonyalılardır. İyonyalılar özgür düşüncenin
ve pozitif bilimlerin öncüsü olmaları yönüyle önem taşırlar.
Felsefe, matematik ve tıp
bilimlerinin temeli İyonya’da atılmıştır.
Hitit sanatı,
Mezopotamya sanatının etkisinde gelişmiştir. Heykelcilik ve kabartmacılık
gelişen başlıca sanatlar olmuştur. Hititlerin en önemli kabartmaları Yazılıkaya
ve İvriz kabartmalarıdır. Frigyalılarda dokumacılık, maden işçiliği, kaya
mimarisi, Lidyalılar da dokumacılık, çömlekçilik, dericilik ve madencilik,
Urartular da maden işlemeciliği, su mimarisi, İyonyalılarda ise, saray ve
tapınak mimarisi gelişmiştir.
İskender İmparatorluğu
M.Ö. 337’de tahta
geçen İskender, önce Yunanistan’daki bütün şehir devletlerini, sonra da
Anadolu, İran, Irak, Suriye ve Mısır’da Perslere ait tüm toprakları kendine
bağlamayı başardı. Büyük İskender’in Asya seferinin sonucunda Hellenizm
uygarlığı doğmuştur. Büyük İskender, 33 yaşında öldü (M.Ö. 323). İskender’in
ölümünden sonra kazanılan topraklarda bağımsız devletler kurulmuştur.
Roma İmparatorluğu
Romalılar;
disiplinli, planlı ve teşkilatlı hareket ederek kısa sürede bütün İtalya’yı
Roma’ya bağlamışlardır. Bu gelişmelerden sonra Romalılar, Doğu Akdeniz’e
yönelmişlerdir. İskender İmparatorluğu parçalandıktan sonra Selevkoslar
Krallığı’nı yenerek Türkiye topraklarının tamamına hakim olmuşlardır.
Roma
İmparatorluğu’nun siyasal tarihinde; Krallık Cumhuriyet ve İmparatorluk
dönemleri yaşanmıştır. Merkezi yönetimin zayıflaması, eyaletlerin güçlenmesi,
Hristiyanlığın yayılması, Kavimler Göçü’nün meydana getirdiği kargaşa, iç
savaşlara katılan orduların sınırları ihmal etmesi gibi nedenlerden dolayı Roma
İmparatorluğu, Doğu ve Batı olarak parçalanmıştır (395). Bunlardan Batı Roma
476’da, Doğu Roma ise 1453’te yıkılmıştır.
Roma’da
patricilerle (soylular) plepler (Roma’ya sonradan gelen halk) arasında
çatışmalar olmuştur. Romalılar Yunan kanunlarından yararlanarak 12 Levha
Kanunlarını yapmışlardır. Patrici-Plep mücadelesi 12 Levha Kanunlarından sonra
da devam etmiştir.
Gümümüz Batı
dünyasında uygulanan hukuk kurallarının temeli Roma hukukuna dayanır. Bu hukuk
kuralları bazı değişikliklerle Bizans hukuku adıyla Doğu Roma 'da yürürlükte
kalmıştır
Romalılar
ticareti geliştirmek amacıyla Anadolu’da yeni yollar yapmışlar ve ihtiyaç
duydukları ürünleri Anadolu’dan götürmüşlerdir.
Romalılar;
Fenikeliler, İyonyalıların ve Yunanlıların geliştirdiği alfabeye son şeklini
kazandırmışlar ve “Latin Alfabesi”ni oluşturmuşlardır. Mısır’dan aldıkları
Güneş yılı esaslı takvimi, Sezar ve Papa XIII. Gregor dönemlerindeki düzenlemelerle
bugün kullandığımız şekle getirmişlerdir.
Mezopotamya Medeniyetleri
Sümerler
birbirinden bağımsız birçok küçük şehir devletçiklerinden oluşan bir uygarlık
kurdular.
Şehir devletleri
arasında savaş eksik olmuyordu. Kuvvetli prensler, yakınındaki diğer şehirlere
de söz geçirerek büyük krallıklar kuruyordu.
Mezopotamya’daki ilk medeniyet olan Sümerler, aynı zamanda tarihte
bilinen ilk yazıyı da kullanmışlardır. M.Ö. 3000’lerde kullanılmaya başlanan
yazı sayesinde kültür aktarımı kolaylaşmıştır.
Aşağı
Mezopotamya’da bulunan Sümerlerin kralı Urugakina tarafından ilk yazılı
kanunlar yapılmıştır (M.Ö. 2375). Bu kanunların cezalandırma yöntemi genel
olarak “fidye” yani “bedel” sistemine dayalıydı.
Çok tanrılı dine
inanan Sümerlerin kralları rahip - kral olarak bilinirdi. Öncelikle dini amaçlı
yaptıkları “Ziggurat” denen tapınaklar aynı zamanda rasathane ve soğuk hava
deposu olarak kullanılmıştır.
Bilimde ilerlemiş
olan Sümerler dört işlemi kullanmışlar ve dairenin alanını hesaplamayı
başarmışlardır. Edebiyat alanında günümüze kadar ulaşan en önemli eserleri
Yaradılış, Tufan ve Gılgamış destanlarıdır.
Akadlar tarihte
bilinen ilk büyük imparatorluğu, ilk düzenli ve sürekli orduları kurmuşlar,
bunun sonucu olarak Sümer uygarlığını Ön Asya’ya yaymışlardır.
I. Babil
Devleti’nin krallarının en önemlisi olan Hammurabi ilk anayasa olarak kabul
edilen “Hammurabi Kanunları’nı” yapmıştır. Bu kanunlar yapılırken daha önce
uygulanan kanunlardan yararlanılmıştır. Urugakina Kanunlarına göre daha sert
cezalar vardır. Bazı suçlara kısas cezaları verilmiştir.
Babil Kralı
Hammurabi rahip-kral anlayışını reddederek gücünü dinden değil askeri kuvvetten
almıştır.Mutlak Krallık sistemi Hammurabi ile başlamıştır.
M.Ö. 2000
yıllarında Asurlular, Anadolu’da ticaret kolonileri kurarak hem ticareti
geliştirmişler, hem de Anadolu’da yazılı devirleri başlatmışlardır. Kayseri
yöresindeki Kültepe’de ticaretle ilgili Asurca birçok tablet bulunmuştur.
Mısır Medeniyeti
Mısır Medeniyeti,
Nil nehrinin çevresinde kurulmuştur. Etrafının çöllerle çevrili olması, diğer
medeniyetlerle daha az etkileşmesine neden olmuştur.
Mısırlılar
öldükten sonra dirilmeye inanmışlar ve bu nedenle diğer yaşamlarında
kullanabilmek için bazı eşyalarını mezarlarına koymuşlardır.
Mısır sanatı dini
ağırlıklıdır. Yeniden dirileceklerine inandıklarından cesetlerin bozulmamasına
dikkat etmişler ve Mısırlılarda mumyacılık milli sanat haline gelmiştir.
Mumyacılık faaliyetleri insan vücudunun yakından tanınmasını ve Mısır’da tıp
biliminin gelişmesini sağlamıştır.
Mısırlılar, resim
yazısı denilen hiyeroglif yazısını kullanmışlardır. Gök cisimlerini incelemek
için rasathaneler kurmuşlar ve astronomide oldukça ilerlemişlerdir.
Bugün kullandığımız
Miladi takvimin ilk düzenli şeklini Mısır medeniyeti oluşturmuştur.
Mısır
ekonomisinin temelini tarım ürünlerinden sağlanan gelirler oluşturuyordu.
Mısır’da canlı bir ticaretin olduğu bilinmektedir.
Fenikeliler
Fenikeliler,
Lübnan dağları ile Akdeniz sahili arasında kalan kıyı şeridine yerleşmişlerdir.
Arazilerinin tarıma elverişli olmaması ve Mısır’dan Anadolu’ya ulaşan ticaret
yolu üzerinde bulunmaları Fenikelilerin ticaret alanında ilerlemelerini
sağlamıştır. Fenikeliler şehir devletçikleri halinde yaşamış ve krallıkla idare
edilmişlerdir.
Fenikeliler
kurdukları kolonilere sadece ticari amaçlarını gerçekleştirmek için
gittiklerinden dolayı askerliğe önem vermemişler ve kolonilerini yurt
edinmemişlerdir. Bu nedenle kolonilerini kaybetmişlerdir.
Tarihe en önemli
katkıları günümüz Latin alfabesinin temelini oluşturan 22 harfli ilk alfabeyi
bulmalarıdır.
Denizcilik ve
ticaret faaliyetleriyle gelişme gösteren Fenikeliler Doğu lve Ön Asya
uygarlıklarındaki gelişmeleri Batıya taşıyarak kültürler arası etkileşimi
sağlamışlardır.
İbraniler
Tarihte ilk defa
tek tanrılı bir dine inanan İbraniler, Musevilik dininin sadece kendi
kavimlerine ait olduğunu kabul ederek diğer toplumlarda yayılmasını engellemişlerdir.
Bu durum dünyanın değişik yerlerine dağılan Yahudilerin milli birliklerini
korumalarını ve varlıklarını sürdürmelerini sağlamıştır.
Yunan Medeniyeti
Dorlar taarfından
Yunanistan’da kurulan şehir devletçiklerine polis adı verilmiştir. Yunanistan’
da sınıflar arasındaki mücadeleler sonunda sınıf farkları kaldırılmış ve
demokrasi yönetimi benimsenmiştir.
Yunanistan’da
Halk gelirine göre, “Dörtyüzler Meclisi” veya “Halk Meclisleri”nde yönetime
katılma olanağı elde etmiştir.
Yunanistan’da
yapılan kanunlarla demokratikleşme yolunda önemli bir adım olmasına rağmen
asillerin yetkileri ellerinden alındığı için diğer sınıflar arasında mücadele
yine devam etmiştir.
3) İslamiyetten
Önceki Türk Tarihi
Türk
Göçleri ve Sonuçları Göçlerin Nedenleri
* İklim
koşullarının değişmesine bağlı olarak meydana gelen kuraklık, artan nüfusa
mevcut toprakların yetmemesi ve bu gelişmelerin sonucunda bölgede geçim
sıkıntısının ortaya çıkması
* Türk boyları arasındaki
siyasal anlaşmazlıklardan dolayı ortaya çıkan
savaşlar
* Dış
baskılardan (Çin, Kitan ve Moğol) dolayı Türklerin bağımsızlıklarını kaybetmek istememeleri
* Salgın hayvan hastalıkları
ve otlakların yetersiz hale gelmesi
Göçlerin Sonuçları
* Orta Asya kültür ve
medeniyeti dünyanın değişik yerlerine yayılmıştır.
* Orta Asya’da kalan boylar
Hunların yönetiminde ilk Türk devletini kurmuşlardır.
* Farklı bölgelerde Türk
devletleri kurulmuştur.
* Batıya giden Türkler,
Kavimler Göçü’nü başlatmışlardır.
* Türkler değişik kültür
çevreleriyle etkileşim içine girmişlerdir.
* Türklerin
çok çeşitli bölgelere yayılması, Türk tarihinin bir bütün halinde incelenmesini engellemiştir.
Türklerin atı
evçilleştirmeleri ve tekerleği kullanmaları çok uzak bölgelere göç etmelerine
yardımcı olmuştur.
İlk Türk Devletleri
1. Asya Hun İmparatorluğu
Kuruldukları
tarih kesin olarak bilinmeyen Hunlar hakkında Çinlilerin verdiği bilgiler M.Ö.
I. Bin yılın başlarına kadar uzanır.
M.Ö. III.
yüzyılın ikinci yarısında Hunlar, Çinlilere karşı büyük bir güç haline
gelmişlerdir. Çinliler, Hun akınlarına engel olabilmek için kuzey sınırlarında
bir duvar örmeye başlamışlardır. Bugün “Çin Seddi” diye bildiğimiz bu duvar
M.Ö. 214 yılında tamamlanmıştır.
Çinlilerle
mücadele eden Mete Han’ın asıl düşüncesi, Çin’i etkisiz hale getirmekti. Çin’i
yıllık vergiye bağlayan Mete, gücünün sembolü olarak Çinli bir prensesle
evlenmiştir.
Kalabalık Çin
nüfusu içerisinde Türklerin asimile olmasından çekinen Mete, Çinlilerle
antlaşma yapmış ve onlarla dost kalmayı tercih etmiştir.
Mete Han’dan
sonra Hunlar zayıflamıştır. Bu dönemde, Çinlilerin propagandasıyla Hun beyleri
birbirine düşmüştür. Mete’nin ölümünden sonra zayıflayan Hunlar, önce Doğu ve
Batı olarak sonra da Güney ve Kuzey olarak parçalanmışlardır.
Kavimler Göçü
Aral gölü
çevresinde toplanan Hun boyları Orta Asya’daki Çin baskısı ve kuraklık yüzünden
IV. yüzyılın ortalarından itibaren batıya doğru göç ederek barbar kavimleri
Roma İmparatorluğu üzerine saldırmaları sonucu Kavimler göçü olmuştur (375).
Kavimler Göçü’nün Sonuçları
*
Roma İmparatorluğu ikiye ayrılmıştır
(395).
*
Batı Roma İmparatorluğu yıkılmıştır (476).
* Avrupa’da
yeni milletler ortaya çıkmış ve yeni devletler kurulmuştur. Böylece Avrupa’nın
günümüze kadar gelen etnik yapısı oluşmuştur.
*
İlkçağ’ın sonu Ortaçağ’ın başlangıcı kabul edilmiştir.
*
Feodalite (Derebeylik) rejimi ortaya
çıkmıştır.
*
Avrupa’da Hun Devleti kurulmuştur.
*
Hristiyanlık barbar kavimler arasında
yayılmıştır.
2. Göktürk
Devleti (552 - 630)
Göktürkler Türk
adıyla kurulan ilk devlettir. Başkentleri Ötüken, ilk hükümdarları Bumin
Kağan’dır.
Ülkenin batısını
yöneten İstemi Yabgu batı yönünde fetih hareketlerinde bulunmuş, Akhunlara
karşı Sasanilerle birleşmiş ve bu devletin toprakları Göktürkler ile Sasaniler
arasında paylaşılmıştır. Çinlilerin Göktürk Devleti’ni içişlerine karışması
sonucunda 582 tarihinde ülke ikiye ayrılmıştır.
Doğu Göktürkleri
630 yılında, Batı Göktürkleri ise 659 yılında Çin egemenliğine girerek
yıkılmışlardır.
3. Kutluk
Devleti (682 - 745)
Kutluk
Devleti’nin en güçlü olduğu dönemler Bilge Kağan ve kardeşi Kül Tiğin dönemleri
olmuştur. Vezir Tonyukuk ise danışman olarak Kutluk Devleti’nin siyasetinde
önemli rol oynamıştır.
Bilge Kağan
öldükten sonra Kutluk Devleti’nde iç karışıklıklar başlamıştır. Basmil, Karluk
ve Uygur Türkleri Kutluk Devleti’ne son vermişlerdir.
4. Uygur
Devleti (745 - 840)
Doğu Türkistan’a
yerleşen Uygurlar, diğer Türk boylarını egemenlikleri altına aldılar.
Uygurların en önemli özelliği yerleşik hayatı benimseyen ilk Türk toplumu
olmalarıdır. Bu
nedenle tarım, sanat ve ticarette ilerlemişlerdir. Mani dinine ait tapınaklar
yaparak mimaride gelişme göstermişlerdir.
Uygurlar, XIII.
yüzyılda Cengiz Han’ın egemenliğini kabul etmişlerdir. Bundan sonra Moğollar
Uygur Türklerini önemli görevlere getirmişlerdir. Uygur yazısı, Moğolların da
yazısı olmuştur. Uygurlar, diğer Türk toplulukları ile birlikte Moğolların
Türkleşmesinde önemli rol oynamışlardır. Çağatay ve Özbek Türkleri bu şekilde
ortaya çıkmıştır.
İlk Türk Devletlerinde
Kültür ve Medeniyet Devlet Yönetimi
Türklerde
hükümdarlar ülkeyi törelere, gelenek ve göreneklere göre yönetirlerdi.
Hükümdarların görevi dağınık boyları toplamak, halkın ihtiyaçlarını gidermek,
toplumda adalet ve eşitliği sağlamak, halkın huzur ve güvenini sağlamaktı.
Türklerde
iktidarı ve hükümdarı kontrol eden, savaş ve barış gibi konularda devleti
ilgilendiren önemli konuları görüşen ve kurultay adı verilen bir meclis
bulunuyordu.
Bazı Türk
hükümdarları kurultayın aldığı kararların bir kısmını uygulamamıştır. Bu durum
kurultayın danışma meclisine benzediğini göstermektedir.
Eski Türklerde,
devlet yönetme görevinin Hükümdarlara tanrı tarafından verildiğine olan inanç
halkın Hakan’a mutlak bağlılığını sağlamıştır. Osmanlılara kadar Türk
devletlerinde “Ülke toprakları hükümdar ailesinin ortak malıdır.” anlayışı
devam etmiştir.
Bu uygulamanın sonuçları
şunlardır:
*
Aile üyeleri arasında sık sık taht kavgaları yaşanmıştır.
* Türk
devletleri kısa sürede parçalanmış ve yıkılmıştır. Ayrıca irili ufaklı birçok
devletin kurulmasına neden olmuştur.
* İç
mücadeleler Türk devletlerinin zayıflamasına ve dış müdahalelere ortam
hazırlamıştır.
Ordu
Türk
devletlerinde hemen her Türk savaşa hazır durumda olduğundan, askerlik özel bir
meslek sayılmazdı. Türk ordusunun temeli, atlı askerlerden meydana gelmiştir.
Düzenli ve disiplinli ilk Türk ordusunun kurucusu Mete Han’dır. Mete Han, Türk
ordusunu “onlu sisteme” göre teşkilatlandırmıştır (Onbaşı, Yüzbaşı, Binbaşı ve
Tümenbaşı gibi).
Hukuk
Eski Türklerde
yazılı hukuk yoktu. Türklerin âdet, gelenek ve göreneklerinden oluşan yazısız
hukuka “töre” (türe) denilirdi. Bununla beraber, törenin anayasa niteliğinde,
adalet, eşitlik ve iyilik gibi değişmez ilkeleri vardı.
Uygurlarla
birlikte hukuk daha sağlam ve şekilci bir nitelik kazanmıştır. Ticaret
hayatının gelişmesi, kişiler arasındaki ilişkilerin “kanıtlanabilir” nitelikte
olmasını gerektirdiğinden yazılı ve tanıklı sözleşmeler önem kazanmıştır.
Türklerin ceza
işlerinin kesin hükme bağlanması ve devlet tarafindan takip edilmesi toplumda
''kan gütme'' geleneğinide engellemiştir.
Din ve İnanış
Türklerde en eski
din Göktanrı dinidir. Gökten başka bazı dağ, ırmak, vadi gibi varlıklarda bir
takım gizli güçlerin bulunduğuna inanılırdı. Bu arada güneş ve ay kutsal
sayılmıştır. Eski Türklerde tanrı, sonsuzdur ve herhangi bir şekle sokulamaz.
Bundan dolayı Türklerde putçuluk olmadığı gibi putları korumak için yapılan
tapınaklar da yoktur.
Öldükten sonra
dirilmeye inanan Hunlar, ölülerini günlük eşyalarıyla birlikte gömerlerdi.
Türklerdeki tek Allah inancı ve yeniden dirilme düşüncesi Türklerin İslâm
dinini kolaylıkla benimsemelerinde etkili olmuştur. Türkler Maniheizm,
Budizm, Nasturizm (tabiatçılık), Musevilik, Hristiyanlık ve Müslümanlık
gibi inançları kabul etmişlerdir.
Sosyal ve İktisadi Hayat
Hunlar ve Göktürkler dönemlerinde göçebe bir hayat süren halk çadırlarda
yaşıyordu. Türklerin yaşadıkları coğrafi şartlar hayvancılık faaliyetlerini öne
çıkarmıştır.
Türkler Uygurlar
döneminde yerleşik hayata geçmişlerdir. Bu gelişmeler sonucunda Türklerde
mimari gelişmiş, şehircilik ve şehir kültürü ortaya çıkmıştır.
Türk
devletlerinde sosyal hayat sınıfsızdı. Başarılı olan bir kişi en üst görevlere
kadar çıkabilirdi. Ayrıca Türklerde kölecilik anlayışı yayılmamıştır.
Elverişli
bölgelerde tarım faaliyetleriyle uğraşılmıştır. Türkler arpa, buğday ve darı
gibi tahılları yetiştirmişlerdir.
Yenilgiye
uğratılan ve egemenlik altına alınan ülkelerden alınan yıllık vergiler ve
halktan toplanan vergiler Türk ekonomisine destek olmuştur.
Türkler yakın
komşularıyla yoğun ticari ilişkilerde bulunmuşlar, ticaret yaptıkları ülkelere
canlı hayvan, konserve et, deri, kösele, kürk ve hayvani gıdalar satmışlardır.
Türklerin
yaşadığı topraklardan geçen İpek ve Kürk Yolları Türk devletlerine önemli
ölçüde gelir sağlamıştır.
4) İslâm Tarihi
İslâmiyet’in Doğuşu ve Hz.Muhammed Dönemi
Hz. Muhammed, 610 yılında 40
yaşındayken peygamberlikle görevlendirilmiş ve
İslam
dinini yaymaya başlamıştır. Mekke’den
Medine’ye Hicret (622) Hicretin Nedenleri
Mekkelilerin
Müslümanlara karşı baskılarını artırmaları ve İslâmiyet’in Mekke’de yaşanamaz
hale gelmesi
Hz. Peygamberin İslâmiyet’i
değişik yerlere yaymak istemesi
Hicretin Sonuçları
*
Medine’de İslâm site devleti kurulmuştur.
* Muhacirlerle
Ensar kardeş ilan edilmiştir. Böylece Müslümanlar arasında sosyal dayanışma artmıştır.
* Müslümanların
Medine’ye yerleşmeleri Mekkelilerin kullandığı Şam ticaret yolunu tehlikeye sokmuştur.
* Müslümanlarla
Yahudiler arasında savunma ittifakı kurulmuştur. Bu vatandaşlık antlaşması
İslâm tarihinin ilk anayasası kabul edilmiştir.
*
Müslümanlar Mekkelilerin işkence ve baskılarından kurtulmuştur.
*
İslâmiyet Medine’de daha hızlı bir yayılma göstermiş, kısa zamanda
*
Müslümanlar büyük bir siyasal güç haline gelmişlerdir.
Bedir Savaşı (624)
Medine’ye hicret
eden Müslümanların Mekke’deki mallarının yağmalanıp Şam’da satılması üzerine
Hz. Muhammed buna bir misilleme olarak Şam’dan dönen kervanın Medine yakınlarında
yolunu kesmek istemiştir. Bu gelişme üzerine Mekkelilerle Müslümanlar arasında
Bedir Savaşı yapılmıştır.
Bedir Savaşı’yla;
*
Müslümanlar siyasi ve dini yönden daha güçlü hale gelmiştir.
*
Hz. Muhammed’e olan güven artmıştır.
*
İslâm hukukunun temelleri atılmış, elde edilen ganimetler paylaştırılmıştır.
*
Şam ticaret yolları Müslümanların kontrolüne geçmiştir.
Uhud Savaşı (625)
Bedir Savaşı’nda
mağlup olan Mekkeliler, bu yenilginin acısını çıkarmak için Medine üzerine
yürüdüler. Uhud dağı eteklerinde yapılan savaşı Müslümanlar kaybettiler.
Bu olay en çok
Yahudileri sevindirmişti. Hz. Muhammed Uhud Savaşı sırasında önceden yapılan
anlaşmaya uymayan Yahudileri şehir dışına sürgün etmiştir.
Hendek Savaşı (627)
Yahudilerin maddi
destek vererek Mekkelileri kışkırtması ve Mekkelilerin Müslümanların
gelişmesini engellemek istemeleri Hendek Savaşı’na neden olmuştur.
Hendek Savaşı’nın Sonucunda;
* Müslümanların
kuvvetlerinin arttığı ve mağlup edilemiyeceği Kureyşliler tarafından anlaşılmıştır.
* Kureyş’in
mağlup olmasıyla etraftaki kabileler arasında İslâmiyet’in yayılması
hızlanmıştır.
* Yahudiler
Medine’den çıkarılarak içeriden gelebilecek tehlikeler önlenmiş, böylece Medine
tamamen Müslümanların denetimine geçmiştir.
* Hendek
Savaşı Müslümanların son savunma savaşı oldu. Bu savaştan sonra Mekkeliler
savunmaya çekilmiştir.
Hudeybiye Antlaşması (628)
Medine’ye hicret
eden Müslümanlar Mekke’ye gidip Kabe’yi ve akrabalarını ziyaret etmek
istediler. Mekkeliler Hz. Muhammed’in önderlik yaptığı bu grubu Mekke’ye
sokmadılar. İki taraf arasındaki görüşmeler sonucunda antlaşma imzalanmıştır.
Hudeybiye Barışı’yla;
* Müslümanların
siyasi bir varlık olarak imzaladıkları ilk antlaşmadır. Böylece Mekkeliler
Müslümanları hukuken tanımıştır.
* Müslümanlarla
Mekkeliler arasında kaynaşma olmuş, İslâmiyet Mekkeliler ve etrafındaki
kabileler arasında yayılmıştır.
* Taraflar arasında
sert davranışlar yumuşamış, buna paralel olarak ticaret faaliyetleri artmıştır.
Hayber’in Fethi (629)
Mekke’den gelecek
saldırı tehlikesini önleyen Hz. Muhammed, Hendek Savaşı’nın yapılmasında önemli
rol oynayan Yahudilerin oturduğu Hayber’i fethetti.
Yahudilerin vergi
ödemeleri şartıyla burada yaşamalarına izin verildi. Böylece Şam ticaret
yollarının güvenliği sağlanmıştır.
Mute Savaşı (629)
Arap olmayan
uluslarla Müslümanların ilk mücadelesi Mute Savaşı’yla başlamıştır. Müslümanlar
bu savaşta Bizans ordusuna karşı kesin bir başarı sağlayamamıştır. Bizans ile
Müslümanlar arasında ilk savaş yapılmıştır.
Mekke’nin Fethi (630)
Hz.Muhammed,
Hudeybiye Antlaşması’na uymayan Mekkeliler üzerine 10.000 kadar askerle sefere
çıktı. Güçlenen ordu şehri kuşatmış, ciddi bir direnme görmeden Mekke’yi
fethetmiştir. Mekke’nin fethinden sonra Müşriklerle Müslümanlar arasında Huneyn
Savaşı yapılmış ve Taif kuşatılmıştır. Bizans Ordusu’na karşı yapılan Tebük
seferi sırasında Gassani Arapları Müslümanlığı kabul ettiler. Tebük seferi Arap
Yarımadası’nda siyasal birliğin önemli ölçüde kurulduğunu göstermektedir. Tebük
Hz. Muhammed’in son seferi olmuştur.
Hz. Muhammed,
Tebük Seferi’nden Medine’ye döndükten bir yıl sonra hac yapmak amacıyla
Mekke’ye gitmiştir.
Veda Haccı’ndan
sonra Hz. Peygamber rahatsızlanarak 8 Haziran 632’de 63 yaşındayken vefat
etmiştir.
Dört Halife Devri (632 - 661)
Hz. Muhammed,
vefatı sırasında fertlerin seçme haklarına saygılı davranmak amacıyla yerine
kimseyi tayin etmemiştir. Müslümanlar Kureyş’in ileri gelenlerinden Hz.
Ebubekir halife seçtiler. Dört Halife Devri’nde Halifeler seçimle belirlendiği
için bu döneme “Cumhuriyet” denilmiştir.
1. Hz.
Ebubekir Dönemi (632 - 634)
İç Olaylar
Hz. Muhammed’in
vefatından sonra zekat vermeyen ve dinden dönenlerle mücadele edilerek düzen
sağlanmıştır.
*
Yalancı peygamberler ortadan kaldırılmıştır.
*
Kur’an-ı Kerim ayetleri toplanarak bir kitap haline getirilmiştir.
Kuran-ı Kerim’in kitap haline
getirilmesinde;
*
Hz. Muhammed’in vefat etmesi
*
Yalancı peygamberlerin ortaya çıkması
*
Hafızların savaşlarda şehit olmaları
*
Ayetlerle hadislerin birbirine karışmasının önlenmek istenmesi
*
Kuran ayetleri arasına rivayetlerin girmesinin önlenmek istenmesi
* Kuran’ın
yazılı olduğu malzemenin (deri, taş, ağaç gibi) korunmasındaki zorluklar
etkili olmuştur.
Dış Olaylar
* Hz.
Muhammed’in hazırladığı ordu Hz. Ebubekir tarafından Suriye’ye gönderilmiştir.
Bu seferle Arap Yarımadası dışında ilk fetihler başlamıştır.
2. Hz.
Ömer Dönemi (634 - 644)
Siyasal Gelişmeler
*
Suriye, Filistin, İran, Irak, Mısır, Azerbaycan fethedilmiştir.
* İslâm
kültürü ilk kez bu dönemde farklı kültürlerle karşılaşmıştır. Bizans ve Sasani
kültürleri İslâm kültürünü olumlu yönde etkilemiştir.
Teşkilatlanma Alanındaki
Gelişmeler
Hz. Ömer zamanında toprakların
genişlemesiyle yeni düzenlemelere gidilmiştir:
* Hicretin
20. yılında daha çok mali problemleri çözümlemek için ilk divan örgütü
kurulmuştur.
* Vilayetlere
gönderilen valilerin yanına adalet işlerinden sorumlu kadılar gönderilmiştir.
* Fetih
edilen yerler ilk defa yönetim birimlerine ayrıldı. Böylece ülke büyük illere
bölünmüştür.
* İlk defa
Hz. Ömer döneminde stratejik önemi olan yerlere daimi ordugahlar (cündler)
kurulmuştur. Bu ordugahlar yapılan fetihlerde önemli rol oynamıştır. İkta
sistemi, ilk defa bu dönemde uygulanmıştır.
3. Hz.
Osman Dönemi (644 - 656)
* İran’ın
fethi tamamlanmış, Trablusgarp ve Tunus fethedilmiştir. Kafkaslara giren İslam
Orduları Hazarlara yenilerek Kafkasların güneyine çekilmiştir.
* Şam’ da ilk
kez donanma kurulmuş, Kıbrıs bu donanmanın seferleri sonucunda vergiye
bağlanmış, Rodos fethedilmiştir.
Kur’an–ı Kerim’in Çoğaltılması
Dört Halife
döneminde sınırların genişlemesine paralel olarak değişik uluslar İslâmiyet’i
benimsemişti. Farklı dil ve şiveleri kullanan toplumlarda Kur’an–ı Kerim’in
değişik okuma şekilleri ortaya çıktı. Bu durumu önlemek amacıyla Hz. Osman
döneminde bir heyet kurularak Kur’an çoğaltılmıştır (651).
İç Karışıklıkların Başlaması
Hz. Osman döneminde;
* Önemli görevlere Emevi
ailesinden kişilerin getirilmesi
* Yahudi
asıllı Abdullah b. Sebe’nin ve İslâmiyet’i kabul etmiş gibi görünüp gerçekte
benimsemeyen (münafık) kişilerin çalışmaları
* Ganimet
gelirlerinin azalması ve orduda memnuniyetsizlikler isyanları başlatmıştır.
Hz. Osman döneminde yaşanan bu
olaylar sonucunda;
*
İslâm dünyasında ilk defa anarşi faaliyetleri başlamıştır.
* İslâm
dünyasında başlayan görüş ayrılıkları; karışıklıklara ve fetihlerin durmasına
neden olmuştur.
4. Hz.
Ali Dönemi (656 - 661)
Hz. Ali’nin
halife seçilmesinden kısa bir süre sonra, Hz. Osman’ın katillerinin
bulunmasında yavaş davranıldığını söyleyen Hz. Muaviye ve Hz. Aişe, Hz. Ali’nin
halifeliğini tanımadılar. Bu nedenle Hz. Aişe’nin önderliğindeki Mekke grubu
ile Hz. Ali grubu arasında Cemel Savaşı yapılmıştır (656). Müslümanlar arasında
yapılan bu ilk savaşı Hz. Ali kazanmış ve İslâm dünyasında herhangi bir ayrılık
olmamıştır.
Hz. Muaviye’nin
başını çektiği Şam grubu ile Hz. Ali grubu arasında Sıffin Savaşı yapılmıştır
(657). Hakem Olayı’ndan sonra Müslümanlar, siyasal gruba ayrılmıştır.
Hariciler; 661’de
sadece Hz. Ali’yi şehit etmişlerdir. Dört Halife dönemi bitmiş, Emeviler dönemi başlamıştır.
Emeviler Devleti (661 - 750)
Muaviye Dönemi
(661 - 680)
Muaviye dönemde,
iç düzen yeniden sağlamlaştırıldıktan sonra fetihler yeniden başlatılmıştır.
Doğu’da Maveraünnehir’e girilmiş, İstanbul iki kez Müslümanlar tarafından
kuşatılmış, fakat başarı sağlanamamıştır.
Muaviye döneminin en önemli olaylarından birisi de kendisi ölmeden oğlu
Yezid’i veliaht ve halife ilan etmesidir. Böylece halifelik babadan oğula geçen
“saltanat”a dönüşmüştür.
Yezid Dönemi (680 - 685)
Yezid döneminin
en önemli gelişmesi Kerbela Olayı’dır. Hz. Peygamberin torunu Hz. Hüseyin,
halifeliğin babadan oğula geçemeyeceğini ve seçim yapılması gerektiğini
söyleyerek Kûfe’ye doğru yola çıktı. Fakat Yezid’in komutanı
Ubeydullah, Hz.
Hüseyin’i ve yanındakileri Kerbela’da durdurdu. Bir müddet sonra Hz. Hüseyin’i
ve yanındakileri kılıçtan geçirdi (10 Muharrem 680).
Bu olay
Müslümanların; Şiiler ve Sünniler şeklinde kesin olarak gruplara ayrılmasına
neden olmuştur. Kerbela’da Hz. Peygamberin torununun şehid edilmesi İslâm
dünyasında Emevilere karşı isyanların çıkmasına ve düşmanlığın artmasına neden
olmuştur.
Abdülmelik Dönemi (685 - 705)
Arapçanın resmi
dil olarak kabul edilmesi ve ilk İslâm parasının bastırılması Abdülmelik
döneminde gerçekleştirilmiştir.
Velid Dönemi (705 - 715)
Tarık b. Ziyad
komutasındaki İslâm orduları 711’de İspanya’nın fethine başlamıştır. Daha sonra
buraya Endülüs ismi verilmiştir.
Müslümanlar
732’de Puvatya Savaşı’nda Franklara yenilinceye kadar ilerlediler. Puvatya
Savaşı sonucunda Avrupa’daki son sınır Pirene dağları olarak kalmıştır.
Emevilerin Yıkılışında;
*
Arap milliyetçiliği yapmaları ve diğer milletlere değer vermemeleri
*
Fetih hareketlerinin durması
*
Emevilerin Hz. Muhammed’in soyundan gelenlere iyi davranmamaları
*
Arap kabileleri arasındaki rekabetin savaşlara dönüşmesi
* Emeviler
Devleti, Horasan valisi Ebu Müslim Horasani’nin isyanı ve Emevi halifesi
Mervan’ın öldürülmesiyle sona ermesi
gibi nedenler etkili olmuştur.
Abbasiler Devleti (750 - 1258)
751’de Talas
Savaşı yapılmıştır. Bu savaşta Türklerin Karluk, Yağma ve Çiğil boyları
Abbasilere yardım etmiş, savaştan sonra da İslâmiyet’i kabul etmişlerdir.
Halife Mansur
döneminde ilk kez eski Yunan ve Hellenistik medeniyetine ait eserler tercüme
edilmeye başlanmıştır.
Abbasilerin en
parlak dönemi Harun Reşid’in halifeliği sırasında yaşanmıştır. Bu dönemde
halkın yaşam standartı yükselmiş, kültür ve mimari alanda çalışmalar
yapılmıştır.
Harun Reşid
döneminde Bizans sınırında “Avasım” eyaleti kuruldu. Anadolu’da Tarsus’tan doğu
yönüne uzanan bir hat boyunca kurulan bu şehirlere Türkler yerleştirilmiştir.
Harun Reşid’in
oğullarından Memun zamanında Türkler devlet kademelerinde ve orduda yer
aldılar. Sadece Türkler için kurulan Samerra şehri kısa bir süre devletin
yönetim merkezi olmuştur.
Abbasilerin Dağılması ve Yeni Devletlerin
Kurulması
IX. yüzyılın
ikinci yarısından itibaren Abbasi halifelerinin otoritesinin zayıflaması
nedeniyle eyaletlerdeki askeri valiler (Emir’ül Ümera) bağımsızlıklarını ilan
etmeye başlamışlardır. Böylece Abbasi sınırları giderek daralmıştır.
Abbasilerin Genel Özellikleri
* Abbasiler
Arap olmayan uluslara hoşgörüyle yaklaşmış ve İslâmiyet’in daha fazla
yayılmasını sağlamışlardır.
* Bu dönemde
Emevilere göre bilim – kültür alanında daha çok gelişme gözlenmiştir.
*
Türkler ilk kez bu dönemde İslâmiyet’i kitleler halinde benimsemişlerdir.
* Abbasilerin
denizciliğe önem vermemeleri ticari ve askeri alanda gelişmelerini
engellemiştir.
5) Türk Dünyası
Türklerin İslâmiyet’i Kabulü ve Hizmetleri
1. Talas Savaşı
Müslüman
Araplarla Çinliler Talas ırmağı yakınlarında karşılaştılar. Türk boylarından
Karluklar bu savaşta Müslüman Arapları destekleyerek savaşı kazanmalarını
sağladılar (751).
Bu savaşın sonucunda;
*
Orta Asya Çinlilerin egemenliğine girmekten kurtulmuştur.
* Türklerle
Müslüman Araplar arasındaki ilişkiler iyileşmiş, savaşların yerini dostluklar almıştır.
Türklerle Müslüman Araplar
arasında ticari ilişkiler gelişmiştir.
*
Türkler kitleler halinde İslâmiyet’i kabul etmeye başlamıştır. Talas
Savaşı Türk
– İslâm tarihinin başlangıcı
kabul edilmiştir.
* Dünya
kültür tarihi bakımından önemli kabul edilen kâğıt, Çin’in dışında yayılmaya
başlamıştır.
2. Türklerin
İslâmiyet’e Girmeleri
Türklerin Müslüman olmalarında;
*
Müslüman tüccarların faaliyetleri
*
Türklerde tek tanrı inancının yaygın
olması
* Türklerdeki
cihan hakimiyeti anlayışının İslâmiyet’teki fetih anlayışına benzemesi
* İslâm dini
ile eski Türk inançları arasında benzerlik bulunması (ahiret, cennet, cehennem, kurban
kesme )
*
etkili olmuştur.
*
Türkler İslâmiyet’i kabulleriyle;
* İslâmiyet’i
daha geniş bir alana yaymışlardır (Pakistan, Afganistan, Bangladeş ve
Hindistan’ın bir kısmı ile Balkanlar).
* İslâm
dünyasındaki ayrılıkları etkili bir şekilde ortadan kaldırarak Halifeyi
korumuşlardır.
Türk – İslâm Devletleri
1. Karahanlılar (840 – 1212)
Karahanlılar
Devleti, Uygurların dağılmasından sonra Karluk, Yağma ve Çiğil Türkleri
tarafından Doğu ve Batı Türkistan’da kurulmuştur (840). Karahanlı
hükümdarlarından Satuk Buğra Han’ın etkisiyle Karahanlılar arasında
İslâmiyet’in yayılması hızlanmış ve Karahanlılar Orta Asya’da ilk Müslüman Türk
devleti haline gelmiştir.
Türklerin
İslâmiyet’e geçişlerinde ve Türk kültürüyle İslâm kültürünün kaynaşmasında
etkili olan Karahanlıların parçalanmasında taht kavgaları etkili olmuştur.
Kültür ve uygarlık alanında
ilerleyen Karahanlılar;
* Türkçeye
önem vermişler ve resmi dil olarak kullanmışlardır. Türk dilini ve kültürünü
devam ettiren Karahanlılar ilk Türk – İslâm eserlerini ortaya koymuşlardır. En
önemli eserleri, Yusuf Has Hacib’in Kutadgu Bilig ve Kaşgarlı Mahmut’un Divan’ı
Lügati’t Türk adlı eserleridir.
*
Türk – İslâm tarihinde ilk medreseleri kurarak eğitime önem vermişlerdir.
*
Türk tarihinde ilk kervansarayları kurarak ticareti geliştirmişlerdir.
2. Gazneliler
(963 – 1187)
Gazneliler
Devleti, Afganistan’daki Gazne şehrinde Samanoğullarının Herat valisi Alp Tiğin
tarafından kurulmuştur (963). Gazneliler en parlak dönemlerini Sultan Mahmut
zamanında yaşamışlardır.
Sultan Mahmut
döneminde Gazneliler, Hindistan’a 17 sefer düzenleyerek Kuzey Hindistan’a hakim
olmuşlar ve İslâmiyet’i yaymışlardır.
Dandanakan Savaşı’nı kaybeden Gazneliler dağılma sürecine girmişler ve
eski güçlerini kaybetmişlerdir. Gazneliler, Afganlı bir kavim olan Gurlular
tarafından yıkılmıştır (1187).
Gazneliler birçok ulusu (Türkler,İranlılar,Hindular,Gurlular...)bünyesinde
bulundurmaları parçalanmarında ve yıkılmalarında büyük rol oynamıştır.
3. Büyük
Selçuklular (1040 – 1157)
Büyük Selçuklu Devleti’nin
Kuruluşu ve Genişlemesi
Tuğrul ve Çağrı
Beylerin yönetimindeki Selçuklular Maveraünnehir’e girdikten sonra
Karahanlılarla ve Gaznelilerle savaşlar yaptılar. Selçukluların Horasan’a
girmek istemesi Selçuklu - Gazneli savaşlarını hızlandırmıştır. İki taraf
arasında yapılan Dandanakan Savaşı’nı Selçuklular kazanmıştır (1040). Bu
savaştan sonra; Büyük Selçuklu Devleti, bütün kurumlarıyla bağımsız hale
gelmiştir.
Tuğrul Bey Dönemi (1040 – 1063)
Selçuklu orduları Pasinler Savaşı’nda Bizans ve Ermeni kuvvetlerini
mağlup etti (1048). Böylece Doğu Anadolu’ nun kontrolü Selçukluların eline
geçmiştir.
Şiî
Büveyhoğulları Abbasi halifesini esir edince, Tuğrul Bey Bağdat Seferi’ne
çıkarak halifeyi esaretten kurtarmıştır (1055). Bu gelişme üzerine halife
Tuğrul Bey’i, “Doğunun ve batının hükümdarı” ilan etmiştir. Bağdat Seferi’nden
sonra Büyük Selçuklu Devleti İslâm dünyasının siyasal liderliğini üstlenmiş,
Abbasi halifesi ise dini liderliğini devam ettirmiştir.
Alp Arslan Dönemi (1040 – 1063)
Alp Arslan
döneminin en önemli gelişmesi Bizans ile yapılan Malazgirt Savaşı’dır.
Türklerin Anadolu üzerine düzenlediği seferlerin artması üzerine Bizans,
Türkleri
Anadolu’dan
atmaya karar verdi. İki ordu arasında Muş yakınlarında yapılan Malazgirt
Savaşı’nı Büyük Selçuklular kazanmıştır (1071).
Malazgirt Savaşı’nın sonucunda;
* Türkler
Anadolu’ya yerleşmeye başlamış ve Anadolu Türk yurdu haline gelmiştir.
* İslâm dünyası üzerindeki
Bizans baskısı sona ermiştir.
*
Türklerin batı yönünde ilerlemesi ve Bizans’ın kışkırtmaları sonucunda
Türk –
İslâm dünyası üzerine Haçlı
Seferleri başlamıştır.
* Anadolu’nun
fethini hızlandırmak ve Türkleşmesini sağlamak için ilk beylikler kurulmuştur.
Melikşah Dönemi (1072 – 1092)
Büyük Selçuklu
Devleti Melikşah döneminde en geniş sınırlarına ulaşmış ve en parlak dönemini
yaşamıştır. Türk – İslâm büyüklerine karşı suikastler düzenleyen Batınilere
karşı başlatılan mücadele Melikşah’ın ölümü üzerine sonuçlandırılamamıştır.
Büyük Selçuklu Devleti’nin Parçalanma Nedenleri
Büyük Selçuklu Devleti’nin
yıkılmasında;
* Hükümdar
ailesi arasında taht kavgaları çıkması ve Selçuklu prenslerinin ayaklanmaları
*
Devlete küstürülen Oğuzların ayaklanması
*
Şiî Fatimilerin ve Batınilerin zararlı
faaliyetleri
* Merkezi
otoritenin zayıflamasından yararlanan atabeylerin ayaklanarak bağımsızlıklarını
ilan etmeleri gibi nedenler etkili olmuştur.
Türk - İslâm Devletlerinde Hakimiyet Anlayışı
Türklerin
hakimiyet anlayışına göre, tanrı yeryüzünü yönetme yetkisini (Kut) Türk
hükümdarlarına vermiştir. Kut anlayışına göre, ülke toprakları hanedan
üyelerinin ortak malı kabul edilmiştir. Bu sisteme göre sık sık taht kavgaları
çıkmış ve Türk devletleri kısa sürede parçalanmıştır.
Atabeylik Sistemi
Selçuklu
şehzadelerini eğiten, iyi bir yönetici ve komutan olarak yetişmesini sağlayan
bilgili, tecrübeli görevlilere “Atabey” denilmiştir. Şehzadelerin yanında
önemli bir etkinliğe sahip olan atabeyler, merkezi otoritenin zayıfladığı
dönemlerde bağımsızlıklarını ilan ederek devletin parçalanmasına neden
olmuşlardır.
İkta Sistemi
Gelirleri hizmet
ve mal karşılığı olarak komutanlara, askerlere ve devlet memurlarına verilen
topraklara ikta denir.
İktaların faydaları şunlardır:
* Toprak
gelirleriyle memur maaşları karşılanmış ve iktalarda savaşa hazır askerler yetiştirilmiştir.
*
Üretim kontrol altına alınarak artırılmıştır.
*
Taşrada devlet otoritesi sağlanmıştır.
*
Göçebe Tükmenlerin yerleşik hayata geçmesi sağlanmıştır.
6) Ortaçağ’da
Avrupa
Kilise ve Papalık
Ortaçağ’da
Katolik Kilisesi siyasal, dinsel ve ekonomik alanlarda güçlenmiştir. Katolik
Kilisesi’nin güçlenmesinde;
*
Papa’nın Avrupa krallarına taç giydirerek krallıklarını onaylaması
*
Siyasal yapının parçalanması
*
Skolastik düşüncenin yaygınlaşması
* Kilisenin
kişileri dinden çıkarma (aforoz), bir bölgede yaşayanları dinsel faaliyetlerden
men etme (enterdi) ve para karşılığında günah çıkarma, cennetten yer satma
(endülüjans) yetkileri bulunması
etkili olmuştur.
Ortaçağ’da kurulan devletlerin bir çoğunda hükümdarlar egemenliklerini
dine dayandırmışlardır. Ortaya çıkan laik olmayan devlet anlayışında din
adamları devlet yönetiminde etkili olmuşlardır.
Fedoalite
Siyasal ve askeri
gücü elinde bulunduran, toprağın mülkiyetine veya imtiyazına sahip olan bir
senyörler (derebeyler) sınıfı ile bu sınıfa bağımlı köleler sınıfının
oluşturduğu idari düzene feodalite denir.
Feodalite Rejiminin Özellikleri
* Feodalite
rejimin kurulmasından sonra Avrupa’da siyasal birlik bozulmuş, küçük yönetim
birimleri ortaya çıkmıştır. Derebeylik yönetimi, IX. yüzyılda Fransa’dan bütün
Avrupa’ya yayılmış ve bütün Ortaçağ boyunca devam etmiştir.
* Feodalite
rejiminde, halk arasında eşitlik yoktu. Avrupa’da halk; soylular, rahipler,
burjuvalar ve köylüler diye sınıflara ayrılmıştır. Bu nedenle Ortaçağ’da
Avrupa’da sosyal adalet sağlanamamıştır.
* Toprakların
mülkiyeti soyluların elinde toplanmıştır. Ortaçağ’da kapalı bir ekonomik
politika izlendiği için halk sermaye birikimine sahip olamamıştır.
Feodalite Rejiminin Zayıflaması
Derebeylerinin zayıflamasında;
*
Haçlı Seferleri sırasında derebeylerin ölmesi veya ordularını kaybetmesi
*
Barutun ateşli silahlarda kullanılmaya
başlanması
*
Avrupa’da sürekli orduların kurulması
* Yeniçağ
başlarında Coğrafi Keşiflerin yapılmasından sonra ticaretin gelişmesi ve
tarımsal faaliyetlerin gerilemesi
*
Papa ile krallar arasındaki mücadelenin krallar lehine sonuçlanması
*
gibi gelişmeler etkili olmuştur.
Haçlı Seferleri (1096 – 1270)
Hristiyan
Avrupalıların birleşerek XI. yüzyılın sonlarından itibaren Anadolu, Suriye ve
Filistin’e düzenledikleri seferlere “Haçlı Seferleri” denir.
1. Haçlı
Seferlerinin Nedenleri
a. Dinsel Nedenler
* Hristiyanların,
Müslümanların elinde bulunan kutsal yerleri (Kudüs) geri almak istemeleri
– X. yüzyılda Fransa’da ortaya çıkan Kluni tarikatının Hristiyanları
Müslümanlarla savaşmak için kışkırtması
*
Katolik Kilisesi’nin Ortodoks Kilisesi’ne hakim olmak istemesi
b. Ekonomik Nedenler
* Açlık ve
yoksulluk içinde bulunan Avrupalıların, ekonomik düzeyi yüksek olan Türk ve
İslâm ülkelerini ele geçirerek zengin olmak
istemeleri
*
Avrupalıların doğudan gelen ticaret yollarına hakim olmak istemeleri
*
Toprak sahibi olamayan soyluların toprak kazanmak için yaptığı çalışmalar
c. Siyasal Nedenler
* Malazgirt
Savaşı’ndan sonra kısa zamanda Anadolu’yu ele geçiren Türkleri durduramayan
Bizans İmparatorluğu’nun Avrupalılardan yardım
istemesi
*
Avrupalıların doğu ülkelerinde derebeylik sistemini kurmak istemeleri
*
Avrupalıların Türkleri denizlerden ve Ön Asya’dan uzaklaştırmak istemeleri
2. Haçlı
Seferlerinin Sonuçları
a. Dinsel Sonuçları
*
Katolik Kilisesi zayıflamış ve din adamlarına olan güven sarsılmıştır.
* Papa ve
kilisenin baskısı kalkınca bilim, edebiyat ve sanat alanlarındaki gelişmeler
hızlanmış, skolastik düşünce zayıflamıştır.
* Avrupa
dışında misyonerlikler kurularak Hristiyanlık dini Asya ve Afrika’da yayılmaya
çalışılmıştır.
b. Ekonomik Sonuçları
* Doğu – Batı
arasındaki ticaret faaliyetleri gelişmiş ve Akdeniz limanlarının önemi artmıştır.
* Seferler
sırasında gerekli mali desteğin sağlanması için krallıkların İtalya
bankerlerinden borç para almaları, bankacılığın gelişmesine ortam hazırlamıştır.
* Haçlıların
deniz yoluyla taşınması gereği gemiciliğin gelişmesinde etkili olmuştur. Ayrıca
Avrupalılar kağıt, cam, deri işleme ve dokuma sanayisini öğrenmişlerdir.
* Anadolu,
Suriye ve Filistin’deki şehirler zarara uğramış ve bölgedeki Türk devletleri
ekonomik yönden olumsuz etkilenmişlerdir.
c. Siyasal Sonuçları
* Seferlere
katılan derebeylerinin bir kısmı öldü, bir kısmı da ordularını ve eski
topraklarını kaybettiler. Bu durum derebeylerinin zayıflamasına, mutlak
krallıkların güçlenmesine yol açmıştır.
* Türklerin
batı yönündeki ilerleyişleri bir süre durmuştur. Dolayısıyla Haçlı Seferleri
Türklerin Balkanlara geçişini geciktirmiştir.
* Türklerin
elinde bulunan toprakların bir kısmı istilaya uğramış, Batı Anadolu Bizans’ın
eline geçmiştir. Türkiye Selçukluları Orta Anadolu’ya çekilmiştir.
* Türkler,
Haçlı saldırılarına karşı İslâm dünyasını korumuşlar, bu durum Türklerin
Müslümanların yaşadığı bölgelerde önemini artırmıştır.
d. Sosyal
Alandaki Sonuçları
Feodalite
rejiminin zayıflaması sonucunda Avrupa’da köylüler yeni haklar elde ettiler.
Çiftçilerin sosyal etkinliği artmıştır. Ayrıca ticaret ve sanatla uğraşan
burjuva sınıfı zenginleşmiş ve önem kazanmıştır.
e. Bilim
ve Teknik Alandaki Sonuçları
* Avrupalılar
Türk ve İslâm dünyasını daha yakından tanıma olanağı bulmuşlardır.
* Avrupalılar,
Müslümanlardan pusula, barut, kağıt, matbaa, şeker, tarçın ve ipek
işlemeciliğini öğrenmişlerdir. Avrupalıların bu teknolojik buluşları
öğrenmeleri, hayatlarında önemli değişikliklere neden olmuş, Yeniçağ’da
Avrupa’nın her alanda ilerlemesine ortam hazırlamıştır.
* Skolastik
düşüncenin yerini özgür düşünce almaya başlamış, halk okulları açılmış,
Müslüman bilginlerin eserleri tercüme edilmiştir. Dolayısıyla Avrupa’da
kültürel ve bilimsel hayat canlanmıştır.
Magna Charta (Büyük Şart) (1215)
İngiltere’de
halkın kişisel haklarının tanındığını belirten ilk siyasal belgedir. 1215
yılında İngiltere Kralı Jan (John) ile soylular arasında imzalanmıştır.
İngiliz
demokrasisinin temeli sayılan Magna Charta (Büyük Şart) krala zorla kabul
ettirildi.
Bu ferman ile;
*
İngiltere’de kralın yetkileri sınırlandırılmıştır.
* Anayasa
niteliğindeki bu ferman bir süre sonra İngiltere’de parlamento yönetiminin
kurulmasına ortam hazırlamıştır. İngiltere Mutlak Krallık yönetiminden Meşruti
Krallık yönetimine geçmiştir.
*
İngiltere’de demokratikleşme süreci başlamıştır.
7) Türkiye Tarihi
1. Türkiye
Selçuklu Devleti’nin Kuruluş Dönemi
Malazgirt Zaferi’nden sonra;
*
Bizans’ın Anadolu’daki etkinliğini kaybetmesi
*
Türkmenlerin gruplar halinde Anadolu’ya göç etmesi
*
Anadolu halkının ağır vergiler ve adaletsizlikten dolayı, Bizans
İmparatorluğu’ndan ve Anadolu’ya
gönderdiği memurlardan memnun olmaması
* Anadolu
Türk beyliklerinin kurulması Anadolu’nun Türkleşmesini hızlandırmıştır.
Türkiye Selçuklu
Devleti’nin kurucusu Süleymanşah. Melikşah döneminde İznik’i ele geçirerek
bağımsızlığını ilan etti (1077).
I. Kılıç Arslan
tahta geçtikten sonra devleti yeniden düzenlemeye ve Anadolu’da birliği
sağlamaya çalışmıştır. Birinci Haçlı Seferi’ne katılan orduları durduramayan
Anadolu Selçuklu Devleti, Batı Anadolu’yu boşaltarak merkezini Konya’ya taşımak
zorunda kalmıştır.
2. Türkiye
Selçuklu Devleti’nin Genişleme ve Yükseliş Dönemi
lI. Kılıç Arslan
döneminde, Bizans İmparatoru Manuel, Türklerin güçlenmesinden ve topraklarını
genişletmesinden rahatsızlık duymuş ve Türkleri Anadolu’dan atmak amacıyla
farklı uluslardan oluşan büyük bir orduyu Anadolu’ya göndermiştir. Miryokefalon
Savaşı diye bilinen mücadeleyi Türkiye Selçukluları kazanmıştır (1176).
Bu savaşın sonucunda;
* Anadolu
kesin olarak Türk vatanı haline gelmiş ve Türklerin Anadolu’dan atılamayacağı kanıtlanmıştır.
*
Türkler taarruza, Bizans ise savunmaya
geçmiştir.
I. Gıyaseddin
Keyhüsrev hükümdarlığı sırasında; askeri hareketlerini ekonomik ve ticari
çıkarlar doğrultusunda düzenlemiştir. Bu amaca ulaşmak için I. Gıyaseddin
Keyhüsrev, Karadeniz ticaret yolunu açmaya çalışmış, diğer taraftan Antalya’yı
fethederek Akdeniz’i Türk ticaretine açmıştır.
I. İzzeddin
Keykavus, Trabzon Rum İmparatoru’na hakimiyetini kabul ettirdi. Sinop’u alarak
ticaret merkezi haline getirdi (1214). Selçuklu hakimiyetinden çıkmış olan
Antalya’yı geri alarak Akdeniz ve Karadeniz’deki ticaret yollarının güvenliğini
sağladı. I. İzzeddin Keykavus döneminde Kıbrıs Krallığı ve Venediklilerle
ticaret anlaşmaları yapılmış, Trabzon Rum İmparatorluğu ve Çukurova Ermenileri
vergiye bağlanmıştır.
I. Alaeddin
Keykubat döneminde, Anadolu Selçuklu Devleti en parlak dönemini yaşamıştır. I.
Alaeddin Keykubat, Asya’da büyük bir tehlike haline gelen Moğollara karşı
tedbirler aldı. Bu tedbirler çerçevesinde doğudaki kale ve surlar tamir edilmiş
ve komşu devletlerle ittifaklar kurulmuştur.
I. Alaeddin
Keykubat, Akdeniz’de önemli ticaret merkezlerinden biri olan Alanya’yı (Alaiye)
topraklarına kattı (1223) ve Alanya’da tersane kuruldu. Bu durum Selçukluların
denizcilikte büyük bir gelişme göstermesini sağlamıştır. Selçuklular
Akdeniz’den sonra Karadeniz’de de faaliyet gösterdiler.
Moğol tehlikesine
karşı Cengiz Han ile iyi geçinmek isteyen I. Alaeddin Keykubat, Moğollardan
kaçarak Selçuklu sınırlarına gelen Harzemşahlara da iyi davranmıştır. Ancak
Celaleddin Harzemşah’ın Selçuklulara ait Ahlat’ı alarak tahrip etmesi
ilişkilerin bozulmasına neden olmuştur. Erzincan yakınlarında yapılan
Yassıçemen Savaşı’nı Alaeddin Keykubat kazanmıştır (1230). Bu savaştan sonra
Harzemşahlar kesin olarak yıkılmıştır (1231). Harzemşahların yıkılmasıyla
Türkiye Selçuklularıyla Moğollar arasındaki tampon bölge ortadan kalkmıştır.
I. Alaeddin
Keykubat’ın ölümüyle Türkiye Selçukluları eski gücünü kaybederek yıkılış
sürecine girmiştir.
3. Türkiye
Selçuklu Devleti’nin Zayıflaması ve Moğol İstilası
I. Alaeddin Keykubat’ın ölümünden sonra yerine oğlu II. Gıyaseddin
Keyhüsrev geçmiştir. Vezir Saadettin Köpek’in etkisi altında kalan hükümdar
babası kadar yetenekli değildi.
Baba İshak İsyanı (1240)
XIII. yüzyılda
Asya’daki Moğol istilası pekçok Türkmenin Anadolu’ya göç etmesine sebep
olmuştur. Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya gelen Türkmenler yer ve otlak darlığı
nedeniyle sıkıntı çekiyordu. Bölge halkının sosyal ve ekonomik sıkıntılarını
değerlendiren Baba İshak isimli bir kişi isyan başlattı (1240).
Türkmenlerin
desteğini alan Baba İshak isyanı kısa sürede yayıldı. Eski gücünü kaybeden
Anadolu Selçukluları bu isyanı bastırmakta zorlanmış, ancak iki yıl sonra
isyanı bastırabilmiştir.
Anadolu
Selçuklularının Yassıçemen Savaşı’nı kazanmaları Moğolların Anadolu’ya gelişini
geciktirmiştir. Ancak Baba İshak isyanının güçlükle bastırılması, Selçukluların
zayıfladığını ortaya çıkarmış ve Moğolları Anadolu’yu istila etme konusunda
cesaretlendirmiştir.
Kösedağ Savaşı ve Sonuçları
Anadolu
Selçuklularının doğu sınırlarına dayanan Moğollar, Baba İshak isyanından sonra
Anadolu’yu istilaya karar verdiler. Sivas’ın doğusunda yapılan Kösedağ
Savaşı’nda Anadolu Selçuklu ordusu mağlup olmuştur.
Bu savaşın sonucunda;
* Anadolu
Moğolların hakimiyetine girmiş ve Türkiye Selçukluları Devleti Moğollara bağlı
hale gelmiştir.
* Trabzon Rum
İmparatorluğu ve Ermeni Krallığı Selçuklu hakimiyetinden çıkmış, Anadolu’nun
batı kısımlarında bağımsız Türk beylikleri kurulmuştur. Böylece Anadolu’da
kurulan Türk siyasal birliği bozulmuştur.
* Anadolu’da
can ve mal güvenliği kalmamış, ticaret faaliyetleri durma noktasına gelmiş ve
üretim azalmıştır. Bu durum Anadolu halkının ekonomik hayatını olumsuz yönde etkilemiştir.
* Anadolu’daki
önemli bilim, sanat ve ticaret merkezleri tahribata uğramış, kültürel
gelişmeler durmuştur.
* Moğolların
baskısından kurtulmak isteyen Türkmenler Anadolu’nun batısında
yoğunlaşmışlardır. Türk kültürü Anadolu’nun batısında da yayılmıştır.
* Merkezî
otoritesini kaybeden Anadolu Selçukluları dağılma ve yıkılma sürecine
girmiştir.
Uçlarda Hayat ve Beylikler
1243 Kösedağ Savaşı’ndan
sonra Anadolu Selçuklu Devleti’nin Moğol hakimiyetine girmesi üzerine, uc
beyleri serbest hareket etmeye ve Anadolu Selçuklu sultanlarını tanımamaya
başladılar. Anadolu’nun batısında yoğunlaşan beyliklerin nüfus ve askeri gücünü
Moğolların baskısından kaçan Türkmenler oluşturuyordu. Moğolların hakimiyetini
kabul etmek istemeyen uc beyleri ve aşiret beyleri bağımsızlıklarını ilan
ederek Türkiye’de “Beylikler Dönemi”nin başlamasına neden olmuşlardır.
Anadolu’da Söğüt
ve Domaniç çevresinde Osmanlılar, Konya ve çevresinde Karamanoğulları, Kütahya
ve çevresinde Germiyanoğulları, Balıkesir çevresinde Karesioğulları, İzmir ve
Aydın çevresinde Aydınoğulları, Manisa’da Saruhanoğulları, Sinop ve
Kastamonu’da Candaroğulları, Muğla’da Menteşeoğullurı, Maraş’ta
Dulkadiroğulları ve Adana’da Ramazanoğulları beylikleri kurulmuştur.
Anadolu Türk Beyliklerinin Genel Özellikleri
* Türkiye
Selçuklularının zayıflamasından sonra Anadolu’nun batısında kurulan beylikler,
Anadolu Türk tarihinin kesintisiz olarak devam etmesini sağlamışlardır.
* Orta
Anadolu’da yoğunlaşan Selçuklu kültür ve sanatını Anadolu’nun uç bölgelerine
taşıyarak yaygınlaşmasını ve devamını sağlamışlardır.
* Her beylik
kendi sınırları içinde bayındırlık hareketlerine önem vermiş ve beylik
merkezleri birer kültür merkezi haline gelmiştir.
Anadolu’da Sosyal Hayat
Malazgirt
zaferinden sonra, Orta Asya’dan gelen konar - göçerler Anadolu’ya
yerleştirilerek Anadolu’da Rum ve Hristiyanlara karşı nüfus üstünlüğü
sağlanmıştır. Türkler Anadolu’da yaşayan Hristiyan unsurlarla birlikte (Rumlar,
Ermeniler, Süryaniler) yaşamlarını sürdürmüştür. Selçuklu sultanları Hristiyan
ahaliye adaletli ve hoşgörülü davranmış, karşılığında onlarda Selçuklu
idaresini benimsemişlerdir.
Anadolu’da Ekonomik
Hayat Tarım ve Hayvancılık
Anadolu Selçuklu
sultanları ve beyler, köylüleri topraklarda tutabilmek amacıyla belirli
zamanlarda vergi affı veya vergilerin hafifletilmesi gibi tedbirler
almışlardır. Anadolu Selçuklu Devleti, tarım ve hayvancılığın gelişmesine
yardımcı olmuş, bunun sonucunda Anadolu’da alınan ürünlerin ihtiyaç fazlasını
(tarım ve hayvan ürünlerini) dışarıya satmıştır.
Ticaret
Anadolu’da
ticaretin gelişmesi için Türkiye Selçukluları döneminde şu tedbirler alınmıştır
:
* Ticarette
kullanılmak üzere yollar yapılmış ve bu yollarda güvenlik sağlanmıştır.
* Ticaret
yolları üzerine tüccarların konaklaması ve ihtiyaçlarının karşılanması amacıyla
kervansaraylar yapılmıştır. II. Kılıç Arslan döneminde başlayan Kervansaray
yapımı, daha sonra gelen Selçuklu sultanları tarafından devam
ettirilmiş ve
kervansaraylar komşu ülkelerden tüccarların Anadolu’ya gelmesinde önemli rol
oynamıştır.
* Tüccarların
korsan, eşkiya ve tabii afetlerden dolayı uğrayacağı zararları karşılamak üzere
bir çeşit devlet sigortası yapılmıştır.
*
Büyük ticaret merkezlerinde hanlar ve kapalı çarşılar yapılmıştır.
* Ticareti
geliştirmek amacıyla Akdeniz ve Karadeniz’de fetihler yapılmıştır (Antalya,
Alanya, Sinop, Suğdak).
* Kıbrıs
Krallığı ve Latin (İtalyan) Cumhuriyetleriyle ticaret anlaşmaları yapılmıştır.
*
Gümrük vergileri hafifletilmiştir.
*
Ticari önemi olan merkezlere Türk ve Müslüman tüccarlar yerleştirilmiştir.
Anadolu’nun Doğu
– Batı, Güney – Kuzey ticaret yollarının üzerinde bulunması ve kıtaları
birbirine bağlaması, bölge ticaretinin gelişmesine ortam hazırlamıştır.
Türkiye
Selçukluları döneminde Anadolu uluslararası ticaret merkezi haline gelmiştir.
Ahilik Teşkilatı
Ahilik, Türkiye
Selçuklu Devleti döneminde (XIII. yüzyılda) ortaya çıkmış, esnaf ve
zanaatkarların ticari hayatını şekillendiren sosyal bir teşkilattır.
Bu teşkilat;
*
Esnaflar arasında dayanışmayı sağlamıştır.
* Mesleki
eğitim sonucunda çırak, kalfa ve usta yetiştirerek bunlara diploma vermiştir.
*
Üyelerinin dini, ahlaki ve diğer alanlarda bilgilerinin artırılmasına çalışmıştır.
*
Üretim kalitesinin artırılmasına ve fiyatların ayarlanmasına çalışmıştır.
*
Moğol istilasından sonra Anadolu’da huzur ve güvenliği sağlamaya çalışmıştır.
8)
Osmanlı Devleti’nin Kuruluş Devri
Osmanlı Devleti’nin Kuruluşu
İlhanlıların
zayıflamasından faydalanan Osman Bey, bağımsız hareket ederek Osmanlı
Devleti’ni kurmuştur (1299).
Osman Gazi’nin,
Ahi şeyhlerinden Edebali’nin kızıyla evlenmesi Anadolu halkı tarafından
kabullenilmesini ve desteklenmesini sağlamıştır.
Osmanlı Devleti’nin Kısa Sürede Gelişmesini Sağlayan Etkenler
Osmanlı Devleti’nin kısa sürede
gelişmesinde;
*
Anadolu’da ve Balkanlarda siyasal birliğin bulunmaması
*
Merkeziyetçi bir devlet anlayışı benimsenerek hakimiyetin tek elde toplanması
*
Devletin Bizans sınırında kurulması, ticaret ve göç yolları üzerinde bulunması
* Doğudan
gelen yoğun Türkmen göçleriyle nüfus üstünlüğünün sağlanması ve asker
ihtiyacının karşılanması
* Düzenli ve
güçlü orduların kurulması gibi faktörler etkili olmuştur.
Balkanlardaki Gelişmeler Türklerin Rumeli’ye Geçişi
Bizans
İmparatoru, Osmanlı Devleti’nden aldığı yardımlara karşılık Osmanlı Devleti’ne
Gelibolu’daki Çimpe Kalesi’ni verdi. Böylece Türkler Rumeli’de toprak sahibi
olmuşlar ve Balkan fetihlerinde bu kaleyi üs olarak kullanmışlardır.
Osmanlı Devleti’nin Rumeli’de Uyguladığı İskan
Siyaseti
Osmanlıların
Balkanlarda takip ettikleri iskan politikasının temel amacı; yeni fethedilen
topraklara Anadolu’dan getirilecek Türk halkı yerleştirmek, bunun için
özellikle konar-göçerleri tercih etmek ve fethedilen yerdeki yerli halktan
ayaklanma çıkarma ihtimali bulunanları başka yerlere göç ettirmekti.
Anadolu’dan
Rumeli’ye götürülen halk, büyük yollar üzerinde bulunan ve askeri yönden önemli
şehir ve kasabalara yerleştirilmiştir. İskan politikasının sonucunda;
*
Balkanların Türkleşmesi ve bölgede Türk kültürünün yerleşmesi sağlanmıştır.
* Geride
düşman kuvveti bırakılmadığı için Osmanlıların Rumeli’de güvenle ilerlemesi sağlanmıştır.
*
Anadolu’daki yurtsuz Türkmenlere yeni yurtlar bulunmuştur.
Osmanlılar
Balkanlarda ele geçirdikleri yerlerde halka hoşgörülü ve adaletli davranmışlar,
halkın inançlarına, geleneklerine, dillerine ve kutsal saydıkları değerlere
dokunmamışlardır. Osmanlı Devleti’nin bu şekilde davranması Balkanlara
yerleşmesini ve ele geçirdiği topraklarda tutunmasını kolaylaştırmıştır.
Osmanlı Devleti’nin Balkanlarda
Genişlemesi ve Haçlı Seferleri’nin Başlaması
XIV. yüzyılın
ikinci yarısından itibaren Türklerin Balkanlara yerleşmeye başlaması üzerine
Balkan uluslarının birleşerek Osmanlı Devleti’yle yaptığı savaşlara Haçlı
Savaşları denilmiştir. XIV. ve XV. yüzyıllarda Haçlı Seferlerinin düzenlenmesinde;
*
Türklerin Balkan topraklarından atılmak istenmesi
*
Papa’nın Hristiyan dünyasını Türkler üzerine kışkırtması
* Türkler
karşısında başarısız olan Bizans İmparatorluğu’nun Hristiyan dünyasından yardım istemesi
gibi nedenler etkili olmuştur.
Osmanlılarla
yapılan Haçlı Savaşlarına Macarlar, Sırplar, Bulgarlar, Eflaklılar, Bosnalılar
gibi uluslar katılmıştır.
Osmanlı Devleti’nin Anadolu’da Türk Siyasal Birliğini Sağlaması
Osmanlı Devleti,
Orhan Bey döneminde Karesi Beyliği’ni, I. Murat döneminde Germiyanoğullarının
topraklarının bir kısmı çeyiz yoluyla Osmanlı Devleti’ne katılmıştır. Ayrıca,
Hamitoğulları Beyliği’nden satın alma yoluyla toprak kazanılmıştır.
Germiyanoğulları ve Hamitoğullarından savaş yapmadan toprak alan
I.
Murat döneminde Karamanoğulları Beyliği’yle savaşlar yapılmıştır.
Anadolu’da
siyasal birliği sağlayan asıl faaliyetler Yıldırım Bayezid döneminde
başlamıştır.
Anadolu beyliklerinin Osmanlı
Devleti’ne katılmasıyla;
*
Anadolu’da Türk siyasal birliği kurulmuştur.
* Marmara,
Ege, Akdeniz ve Karadeniz sahillerinin bir bölümü Osmanlıların eline geçmiş,
Osmanlı denizciliği güçlenmiştir. Adalar Denizi’ndeki gaza faaliyetlerini
Osmanlılar üstlenmiştir.
Ankara Savaşı (1402)
Ankara Savaşı’nın yapılmasında;
* Topraklarını
kaybeden Anadolu beylerinin Timur’a sığınarak Osmanlı Devleti’ne karşı kışkırtmaları
Yıldırım Bayezid’in Timur’dan kaçan Bağdat ve Karakoyunlu hükümdarlarını
himaye etmesi
Çin üzerine sefere çıkmaya hazırlanan Timur’un arkasında güçlü bir
Osmanlı Devleti’nin kalmasını istememesi
* Doğu - Batı
ticaret yollarını ele geçirmek isteyen Timur’un Anadolu’ya girerek Erzincan ve
Sivas’ta katliam yapması
gibi nedenler etkili olmuştur.
1402 yılında Ankara yakınlarında
yapılan savaşı Timur kazanmıştır.
Ankara Savaşı’nın Sonuçları
* Savaşı
kazanan Timur, Anadolu beyliklerinin topraklarını tekrar eski sahiplerine geri
vermiştir. Böylece, Yıldırım Bayezid’in Anadolu’da önemli ölçüde kurduğu
siyasal birlik Timur tarafından bozulmuştur. Timur bu davranışıyla Anadolu’da
güçlü bir devletin bulunmasını engellemeyi amaçlamıştır.
* Osmanlı
Devleti’nin batı yönündeki ilerleyişi bir süre durmuştur. Dolayısıyla Bizans
İmparatorluğu’nun yıkılması gecikmiş ve Balkanlarda Osmanlı hakimiyeti
sarsılmıştır.
* Timur’un
Anadolu’dan çekilmesinden sonra Osmanlı Devleti’nde Yıldırım Bayezid’in
oğulları arasında taht kavgaları başlamıştır. Osmanlı tarihinde “Fetret Devri”
olarak bilinen ve 11 yıl süren bu dönemde Osmanlı Devleti dağılmakla karşı
karşıya kalmıştır.
Fetret Devri (1402 – 1413)
Osmanlı tarihinde
Ankara Savaşı’ndan sonra padişahsız geçen 11 yıla (1402 – 1413) Fetret Devri
denilmiştir.
Fetret Devri’nde
yaşanan taht kavgaları Osmanlı Devleti’ni maddi-manevi zarara uğratmıştır.
Ancak, Osmanlı Devleti kurmuş olduğu sağlam devlet örgütü ve güçlü sosyal kurumlar
sayesinde tamamen parçalanıp dağılmaktan kurtulabilmiştir.
Balkanlarda Sarsılan Hakimiyetin Pekiştirilmesi
Osmanlı
Devleti’nin taht kavgalarına ve zayıflamasına rağmen Balkanlarda
tutunabilmesinde;
*
Tımar sisteminin ve planlı şekilde iskan politikasının uygulanması
*
Timur’un Osmanlı ordusunu tamamen imha
edememesi
* Osmanlıların
Balkanlarda takip ettiği hoşgörülü ve adaletli politikanın Balkan halkını
memnun etmesi
gibi nedenler etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti,
1440 – 1444 yılları arasında Balkan ulusları karşısında zor duruma düşmüş ve
üst üste mağlubiyetler almıştır. II. Murat, bu gelişmeler üzerine Osmanlıların
aleyhine olan Edirne – Segedin Antlaşması’nı imzalamak zorunda kalmıştır
(1444).
Balkanlardaki
başarısızlıklardan dolayı II. Murat tahttan çekilerek yerine 12 yaşındaki oğlu
II. Mehmet’i tahta çıkarmıştır. Bu durumdan faydalanarak Türkleri Balkanlardan
atmak isteyen Balkan ulusları yeni bir Haçlı ordusu hazırlayarak Osmanlı
Devleti’ne saldırdılar. Haçlılarla Osmanlı Devleti arasında yapılan Varna
Savaşı Türklerin galibiyetiyle sonuçlanmıştır (1444).
Osmanlı
Devleti’nin Varna Savaşı’nı kazanması, Ankara Savaşı’ndan önceki gücüne
ulaştığını ve Balkanlardaki başarısızlıklara son verdiğini göstermektedir.
Macar Kralı
Hünyadi Yanoş liderliğinde kurulan yeni bir Haçlı ordusu hem Varna Savaşı’nın
intikamını almak hem de Türkleri Balkanlardan atmak amacıyla saldırıya geçti.
Yapılan II. Kosova Savaşı’nı Osmanlı Devleti kazanmıştır (1448).
Bu savaştan sonra;
* Türkler
Balkanlara kesin olarak yerleşmiştir. Böylece Türklerin Balkanlardaki
hakimiyeti pekiştirilmiştir.
Haçlılar uzun yıllar Osmanlı Devleti’ne saldırmaya cesaret edememişler ve
Türklerin Avrupa’daki hakimiyet alanları sürekli genişlemiştir.
9) Osmanlı
Devleti’nin Yükselme Devri
İstanbul’un Fethi (1453)
İstanbul’ un fethinde;
* İstanbul’a hakim olan
Bizans’ın Osmanlı toprak bütünlüğünü bozması
* Bizans
İmparatorluğu’nun Anadolu beyliklerini kışkırtması ve Osmanlı yönetimine karşı
ayaklanan şehzadeleri desteklemesi
* Bizans’ın Hristiyan
dünyasını kışkırtarak Haçlı Seferlerine neden
olması
* İstanbul’un
kara ve deniz ticareti bakımından önemli bir coğrafi konuma sahip olması
* Hz.Muhammed’in
Müslüman komutanları İstanbul’un fethi için teşvik etmesi etkili olmuştur.
İstanbul’un Fethinin Türk ve
Dünya Tarihi Bakımından Önemli Sonuçları
* Osmanlı
Devleti’nin Asya ile Avrupa toprakları birleşmiş, böylece toprak bütünlüğü sağlanmıştır.
* Karadeniz ile Akdeniz
arasındaki su yolları Osmanlı Devleti’nin eline geçmiştir.
İstanbul’un
fethinden sonra Kuzey ve Doğu Avrupa’dan gelen ticaret yolları bütünüyle
Türklerin denetimine girmiştir.
Boğazların savunulması kolaylaşmış ve Osmanlı Devleti tabii başkentine
kavuşmuştur. Roma İmparatorluğu’nun son kalıntısının ortadan kalkması ile Türk
sultanları büyük bir itibar ve saygıya ulaşmıştır.
* Osmanlı
Devleti merkeziyetçi, mutlak bir imparatorluk haline gelmiş ve devlet Yükselme
Devri’ne girmiştir.
* Karadeniz,
Akdeniz ve Ege ticaretinin Türklerin eline geçmesi, Avrupa devletlerini Coğrafi
Keşiflere yöneltmiştir.
* Bizans
İmparatorluğu yıkılmış, ticari çıkarları elden giden Venediklilerle
Osmanlıların arası bozulmuştur.
* İstanbul’un
fethi surların yıkılabileceğini göstermiştir. Bu durum Avrupa’da feodalitenin
yıkılmasına ve merkeziyetçi devletlerin kurulmasına ortam hazırlamıştır.
* İstanbul’un fethi Ortaçağ’ın
sonu, Yeniçağ’ın başlangıcı kabul edilmiştir.
* İstanbul’dan
İtalya’ya giden Bizanslı bilginler burada Rönesans hareketlerinin başlamasına
katkıda bulunmuştur.
* Türkler
İstanbul’u fethettikten sonra halka din ve vicdan hürriyeti tanımışlar ve
Ortodoks Kilisesi’ni koruma altına almışlardır. Böylece; Hristiyan dünyasının
birleşmesinin engellenmesi, Katolik Kilisesi’ne karşı güç oluşturulması ve
halka hoşgörülü davranıldığının kanıtlanması
amaçlanmıştır.
Balkanlarda Fetihlerin Devam Etmesi
Osmanlı İmparatorluğu’nun
Balkanlar üzerine yürümesinde;
* Balkan devletlerinin her
fırsatta tek tek veya birleşerek saldırıya geçmeleri
* Balkan
uluslarının İstanbul’un fethinden sonra Türklerin Avrupa içlerine
ilerlemelerini engellemek amacıyla Haçlı ordusu kurmaya çalışmaları ve Fatih’in
bu birleşmeyi engellemek istemesi
* Türklerin
Avrupa’da genişlemek ve önceden fethedilen yerlerde hakimiyetlerini pekiştirmek istemeleri
gibi nedenler etkili olmuştur.
Anadolu’da Hakimiyet Mücadelesi
Fatih döneminde Anadolu’daki
faaliyetlerin temelinde;
* Anadolu’daki Türk siyasal
birliğinin sağlanması
* Anadolu’nun tamamına hakim olunarak yabancı güçlerin (Amasra’da Cenevizliler, Trabzon’da Pontus Rumları vs.) Anadolu’dan atılmak istenmesi gibi nedenler etkili olmuştur.
Anadolu’ daki
seferler sonucunda Cenevizlilerden Amasra alınmış, Trabzon Rum İmparatorluğu’na
son verilmiş, Candaroğullarından Sinop, Karamanoğullarından Konya alınmış,
Akkoyunlular Otlukbeli Savaşı’nda mağlup edilerek Doğu Anadolu egemenlik altına
alınmıştır.
Denizlerdeki Gelişmeler
Osmanlı –
Venedik Savaşları (1463 – 1479)
Osmanlı Venedik ilişkilerinin
bozulmasında;
* Fatih’in
Balkanlar ve Adalar Denizi’nde yürüttüğü fetih hareketlerinin Venediklileri
rahatsız etmesi
* Osmanlı
İmparatorluğu’nun doğu ticaret yollarına hakim olmasından sonra Venedikliler ve
Cenevizlilerin ticari çıkarlarını önemli ölçüde kaybetmeleri
* Osmanlı
İmparatorluğu’nun kıyılarında ve hakimiyet alanlarının yakınlarında güçlü
denizci devletlerin etkili olmasını istememesi
gibi nedenler etkili olmuştur.
Osmanlı
İmparatorluğu, Venediklileri işgal ettikleri yerlerden çıkarmış ve kara
ordularını bozguna uğratmıştır. 1479’da Osmanlı İmparatorluğu ile Venedikliler
arasında İstanbul Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmaya göre Venedikliler,
işgal ettikleri yerleri boşaltmayı, Osmanlı İmparatorluğu’na savaş tazminatı ve
vergi ödemeyi kabul etmişlerdir.
Osmanlı İmparatorluğu, Hristiyan birliğini parçalamak ve doğudan gelen
ticaret mallarını Venedikliler aracılığıyla Avrupa’ya pazarlamak amacıyla
Venediklilere kapitülasyonlar vermiştir.
Kırım’ın Osmanlı İmparatorluğu’na Bağlanması
1475’te Kırım’a düzenlenen sefer
sonucunda;
* Cenevizlilerden
Kefe, Menküp ve Azak gibi şehirler alınmıştır. Böylece, Karadeniz’de
Cenevizlilerin hiç kolonisi kalmamıştır.
*
Kırım’daki taht kavgaları sona ermiştir.
* Karadeniz
Türk gölü haline gelmiş ve İpek Yolu tamamen Osmanlı Devleti’nin eline geçmiştir.
1478’den itibaren Kırım Hanlığı Osmanlı İmparatorluğu’na bağlı bir devlet
haline gelmiştir. Kırım’ın Osmanlı hakimiyetine girmesiyle, devletin sahip
olduğu topraklar Lehistan ve Rus sınırına kadar genişlemiştir.
Fatih’in vefat
etmesinden sonra Osmanlı tahtına II. Bayezid çıkmıştır (1481 – 1512).
II. Bayezid,
Osmanlı tahtına çıktıktan sonra kardeşi Cem Sultan isyan etmiş, kardeşler
arasında taht kavgaları başlamıştır. Yapılan savaşlarda başarılı olamayan Cem
Sultan, Balkanlara geçmek isterken Rodos Şövalyelerine esir düşmüştür. Papa ve
Fransa kralı, Cem Sultan’ı Osmanlı İmparatorluğu’na karşı kullanmaya
çalışmışlarsa da başarılı olamamışlardır. Bu gelişmeden sonra Cem Sultan Papa
tarafından zehirletilerek öldürülmüştür.
Cem Sultan’ın isyan etmesi;
*
Osmanlı Devleti’nin pasif bir politika takip etmesine neden olmuştur.
*
İspanya’da yaşayan Müslümanlara gerekli yardım yapılamamıştır.
İslam Dünyasında Birliği
Sağlama Çalışmaları Osmanlı – İran İlişkileri
Yavuz Sultan Selim döneminde İran’a sefer düzenlenmesinde;
* Şah
İsmail’in Osmanlı Devleti’nin Anadolu’daki topraklarına hakim olmasını
engellemek
* Safevilerin
Anadolu’da propaganda yapmasını ve isyanlar çıkarmasını önlemek
* İslâm
dünyasında birlik ve beraberliği sağlamak gibi nedenler etkili olmuştur.
Osmanlı
kuvvetleriyle Safevi kuvvetleri Çaldıran Ovası’nda karşılaştı. Taraflar
arasında yapılan Çaldıran Savaşı’nı Osmanlı Devleti kazanmıştır (1514).
Bu savaşın sonucunda;
* Doğu ve
Güneydoğu Anadolu tamamen Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği altına
girmiştir.
* Safevilerin
Anadolu için oluşturdukları tehdit önlenmiş ve İran’dan geçen ticaret
yollarının denetimi Osmanlıların eline geçmiştir.
Çaldıran
Savaşı’ndan dönen Osmanlı ordusu, Maraş, Elbistan ve Malatya çevresine hakim
olan Dulkadiroğullarını Turnadağ Savaşı’nda yenerek bu beyliği topraklarına
katmışlardır (1515). Böylece, Anadolu’da kesin olarak Türk siyasal birliği
sağlanmıştır.
Osmanlı – Memlük İlişkileri
Yavuz Sultan
Selim, Anadolu Türk birliğinden sonra İslâm dünyasını da birleştirmeyi
amaçlıyordu. Bu nedenle Osmanlı Devleti için tehlikeli gördüğü Memlüklere karşı
hazırlık yaparak Mısır Seferi’ne çıkmıştır (1516).
Mısır Seferi’nin sonucunda;
* Suriye,
Filistin ve Mısır’ın tamamı Osmanlı İmparatorluğu’nun hakimiyeti altına
girmiştir.
Kutsal yerler (Hicaz) Osmanlı
Devleti’ne bağlanmıştır.
* Osmanlı
İmparatorluğu, İslâm dünyasının en büyük siyasal gücü haline gelmiş ve Müslüman
ulusların koruyuculuğunu üstlenmiştir.
* Memlükler
Devleti yıkılmış ve Baharat Yolları Osmanlıların hakimiyeti altına girmiştir.
Ancak Avrupalıların Coğrafi Keşifleri yapmaları Osmanlıların bu yollardan
gerektiği gibi yararlanmasını engellemiştir.
* Halifelik
Osmanlı İmparatorluğu’na geçmiş ve kutsal emanetler İstanbul’a getirilmiştir.
Böylece, Osmanlı İmparatorluğu teokratik bir karakter kazanmıştır.
* Kuzey
Afrika’da fetihler başlamış, Kıbrıs, Girit ve Rodos adaları dışında Doğu
Akdeniz, Osmanlı egemenliği altına girmiştir.
Osmanlılar Zirvede Osmanlı –
Macar İlişkileri
Mohaç Meydan
Savaşı (1526) Kanuni Sultan Süleyman;
*
Macaristan ile aralarındaki sorunları
çözmek
* Alman
İmparatoru Şalken’e esir düşen Fransa Kralı I. Fransuva’yı kurtararak Avrupa’da
Hristiyan birliğini bozmak amacıyla Macaristan üzerine sefere çıktı. İki devlet
arasında yapılan Mohaç Savaşı, Osmanlıların galibiyetiyle sonuçlandı (1526). Bu
savaştan sonra;
* Macaristan
sorunu çözülmüş ve Macaristan Osmanlı İmparatorluğu’na bağlanmıştır.
*
Macaristan’ın alınmasından sonra Osmanlı - Avusturya savaşları başlamıştır.
*
Fransa Kralı I. Fransuva Almanya’nın esaretinden kurtarılmış ve Osmanlı
İmparatorluğu ile Fransa arasında
dostluk dönemi başlamıştır.
Osmanlı – Avusturya İlişkileri
Kanuni döneminde
Osmanlı – Avusturya ilişkilerinin temelinde Macaristan’a hakim olma isteği
yatıyordu. Bu nedenle Avusturya Arşidükü Ferdinand Macaristan’a girdi. Kanuni,
hem Avusturyalıları Macaristan’dan çıkarmak hem de Alman
İmparatoru
Şalken’in Avrupa’daki üstünlüğünü sona erdirmek amacıyla sefere çıktı.
Kanuni’nin
Almanya içlerine kadar ilerlemesinden sonra Osmanlı İmparatorluğu ile Avusturya
arasında İstanbul Antlaşması imzalanmıştır (1533).
Osmanlı
İmparatorluğu İstanbul Antlaşması’yla; Avusturya’ya üstünlüğünü kabul ettirerek
yaptırım gücü elde etmiştir. Böylece, Orta Avrupa’da Osmanlı İmparatorluğu
hakim güç haline gelmiştir.
Osmanlı – Fransız İlişkileri
1535 yılında iki
taraf arasında ticaret ve dostluk antlaşması imzalandı. Bu antlaşma iki
hükümdar yaşadığı sürece yürürlükte kalacaktı. Eşit haklar üzerine kurulan bu
antlaşma ile Osmanlı İmparatorluğu;
* Coğrafi
Keşiflerin etkisiyle ülkede sönükleşmeye başlayan ticaret faaliyetlerini
canlandırmayı
* Avrupa
devletleri arasına girerek dengeleri kendi lehine çevirmek ve Türk dünyasına
karşı kurulmaya çalışılan Hristiyan birliğini
parçalamayı
amaçlamıştır.
1535’te yapılan
antlaşma ile Fransızlara ticari, şahsi, adli ve idari alanlarda imtiyazlarla
seyahat, ikamet, ibadet ve kazanç elde etme serbestiyeti verilmiştir. Ticari
imtiyazlarla Fransızlara, Osmanlı limanlarını kullanma ve düşük vergi ödeme
hakkı verilmiştir. Ayrıca, diğer Avrupa devletlerinin sadece Fransız bayrağı
altında Osmanlılarla ticaret yapabilmesi kararlaştırılmıştır.
Adli imtiyazlarla
yabancıların işledikleri suçlardan dolayı, Osmanlı Devleti tarafından değil,
uyruğu olduğu devletin konsoloshanesi tarafından yargılanması kabul edilmiştir.
Fransızlar,
Osmanlılarla yakınlaşmadan dolayı elde ettikleri çıkarlardan vazgeçemedikleri
için kendilerini Türk dostu olarak göstermişlerdir. Fakat zaman zaman Osmanlı
Devleti’ne karşı Avrupa devletleriyle anlaşarak ikili politika izlemişlerdir.
Herşeye rağmen Osmanlı – Fransız ilişkilerinde önemli sorunlar çıkmamıştır.
Bunu da Osmanlı Devleti sürekli tavizler vererek sağlamıştır.
1535 yılında
imzalan dostluk ve ticaret anlaşması,d,n ayrılıklarının devletin çıkarları
sözkonusu olduğunda ne kadar önemsiz olduğunu oktaya çıkarmıştır.
Akdeniz’de Üstünlük
Sağlanması Preveze Deniz Zaferi
Osmanlı
donanmasıyla Haçlı donanması Preveze Körfezi’nde karşılaştılar. Yapılan deniz
savaşını Osmanlı donanması kazandı (1538).
Preveze Deniz Savaşı’nın
sonucunda;
* Akdeniz
egemenliği bütünüyle Osmanlıların eline geçmiş ve Türk gölü haline gelmiştir.
Kıbrıs’ın Fethi (1571)
Osmanlı İmparatorluğu;
*
Akdeniz ticaretinin ve Anadolu sahillerinin güvenliğini sağlamak
* Kıbrıs’ta
üstlenen Hristiyan şövalyelerin ticaret gemilerine saldırılarını engelleyerek
Akdeniz hakimiyetini pekiştirmek
* Venedikleri
Kıbrıs adası için ödedikleri vergileri kestiklerinden dolayı cezalandırmak
gibi nedenlerden
dolayı adanın alınmasına karar verdi. Kıbrıs’ın fethinden sonra;
* Venedikliler
Doğu Akdeniz’den çıkarılmış ve burası tamamen Osmanlı hakimiyeti altına
girmiştir.
*
Anadolu sahilleri ile Mısır ve Suriye deniz yollarının güvenliği sağlanmıştır.
* Konya ve
çevresindeki illerden Türk aileler Kıbrıs’a yerleştirilmiştir. Ayrıca, Kıbrıs
merkeze bağlı bir eyalet haline getirilmiştir.
Kıbrıs’ın fethi
Avrupalıları harekete geçirmiş, Papa’nın kışkırtmaları sonucunda İspanya,
Malta, Venedik, Ceneviz ve diğer İtalyan devletleri birleşerek bir Haçlı
donanması kurmuşlardır. Haçlı donanması İnebahtı Körfezi’nde Osmanlı
donanmasını yakmıştır (1571). Osmanlı donanmasının İnebahtı’da yanması,
Akdeniz’de Osmanlı hakimiyetinin sarsılmasına neden olmuştur.
Sokullu’nun Kanal Projeleri
Don – Volga Kanalını Açma
Girişimi
II. Selim döneminde Sokullu
kanal projesini gerçekleştirmek için harekete
geçti.
Osmanlı İmparatorluğu, Don –
Volga kanalını açmakla;
* Rusların
güneye yayılmasını, güçlenmesini ve Türk hanlıklarına verdiği zararın
önlenmesini
* Karadeniz’den
çıkarılacak donanmayı Hazar Denizi’ne geçirerek İran’ı kıskaç altında tutmayı
*
İpek Yolu’nun canlanmasını sağlamayı
*
Orta Asya’daki Türklerle iyi ilişkiler kurmayı ve gerektiğinde yardım yapmayı
*
Kafkasya’nın bütününe hakim olmayı
amaçlamıştır.
Don ile Volga nehirleri arasında kanal açılamamıştır. Süveyş Kanalı Projesi
Osmanlı Devleti Süveyş Kanalı
Projesiyle;
*
Hindistan kıyılarını Portekizlilerin baskısından kurtarmayı
*
Akdeniz ticaretini canlandırmayı
* Güney Asya’daki
Müslümanları Avrupalılara karşı korumayı amaçlamıştır. 1568’de gündeme gelen
proje gerçekleşmemiştir. Hint Okyanusu’nda Üstünlük Sağlama Mücadeleleri
Kanuni döneminde;
*
Hint deniz ticaret yolunu açmak ve denetimini ele geçirmek
*
Portekizlileri Hint Okyanusu’ndan atmak
*
Müslüman devletlere ve tüccarlara yardım etmek
gibi amaçlarla
Hindistan’a dört defa deniz seferi yapılmıştır. Seferler genellikle
Osmanlıların başarısızlıklarıyla sonuçlanmıştır.
Hint deniz seferlerinin
başarısızlıkla sonuçlanmasında;
* Portekizlilerin
zenginleşmelerini borçlu oldukları Hindistan bölgesinin ekonomik değerini
kavramaları ve savaşlara iyi hazırlanmaları
* Hindistan’daki
Müslüman devletlerin Osmanlı İmparatorluğu’na gerekli yardımı yapmamaları ve
Portekizlilerle anlaşmaları
*
Osmanlı gemilerinin okyanus koşullarına uygun olmaması
* Kanuni’nin
gayretlerine rağmen bölgenin ekonomik değerini anlayamayan devlet adamlarının
seferlere gereken önemi vermemeleri
gibi nedenler etkili olmuştur.
10) Osmanlı
Kültür ve Medeniyeti
Osmanlılarda Devlet Anlayışı
I. Murat
döneminde “devlet yönetiminin hükümdar ve oğullarına ait olduğu” kural haline
gelmiştir. Fatih döneminde devletin bütünlüğünü korumak için padişahlara
kardeşlerini öldürme izni verilmiştir. Bu kanunname ile Osmanlı İmparatorluğu
merkeziyetçi ve mutlakiyetçi bir karakter kazanmıştır.
XVI. yüzyıl
başlarında halifeliğin Osmanlı padişahlarına geçmesinden sonra Osmanlı Devleti,
mutlakiyetçi ve teokratik bir imparatorluk haline gelmiştir. XVII. yüzyıl
başlarında I. Ahmet’ten sonra veraset sisteminde değişiklik yapılarak
“Yönetimin hanedanın en yaşlı üyesinin hakkı olduğu” kabul edilmiştir.
Merkez Teşkilatı Divan-ı Hümayun
Bugünkü Bakanlar
Kurulu’na benzeyen Divan-ı Hümayun’da devletin önemli siyasal, sosyal,
ekonomik, hukuksal sorunları görüşülürdü. Divan her milletten ve dinden
vatandaşlara açıktı.
Fatih’ten
itibaren Divan üyelerinin fikirlerini rahatça söyleyebilmesi için padişahlar
Divan toplantılarına katılmamıştır. Bu uygulamadan sonra Divan’a sadrazamlar
başkanlık yapmaya başlamıştır.
Böylece;
* Sadrazamlık
makamının önemi artmış ve sadrazamlar siyasal yönden güçlenmiştir.
* Divan-ı
Hümayun karar organı olmaktan çok danışma kurulu şeklinde çalışmaya
başlamıştır.
Toprak Yönetimi
Öşrî ve Haraci
topraklar özel mülkiyeti olan topraklardır. Bu toprakların sahipleri mülklerini
satabilir, vakfedebilir veya miras bırakabilirdi.
Miri topraklar
ise devlete aittir. Devlet bu toprakları idaresine alır ve ekip biçmek
koşuluyla halka dağıtırdı. Bu tür toprakları ekip biçenler kiracı durumunda
olup toprakları satamazlardı. Toprağını üç yıl üst üste boş bırakanlardan üretim
faaliyetlerini aksattıkları için “çiftbozan akçesi” adıyla vergi alınırdı. Miri
araziler yirmibeş kısma ayrılmıştır. Başlıcaları şunlardır:
1. Dirlik
Asker yetiştirmek
veya devlet memurlarının maaşlarını karşılamak amacıyla ayrılan devlet
topraklarına dirlik denir. Miri arazilerin en önemli bölümü olan dirlik
arazilerini işleyenler ödemeleri gereken vergileri devletin göstereceği
memurlara veya sipahilere verirlerdi.
Dirlikler
gelirlerine göre; Has, Zeamet ve Tımar olmak üzere üçe ayrılmıştır. Tımar
sisteminin Osmanlı Devleti’ne;
*
Devletin vergi toplama yükü azalmıştır.
* Osmanlı
ordusunun büyük bir bölümünü oluşturan tımarlı sipahiler sürekli savaşa hazır tutulmuştur.
*
Üretimin artışı ve devletin iktisadî yönden güçlenmesi sağlanmıştır.
* Ülkede
güvenlik sağlanmıştır. gibi faydalar sağlamıştır.
2. İltizam Sistemi
Osmanlı
İmparatorluğu’nda XVI. yüzyılda bazı eyaletlerin vergi gelirlerinin açık
artırma yoluyla belirli bir bedel karşılığında şahıslara satılmasına iltizam
sistemi denilmiştir. Bu kişilere de mültezim adı verilmiştir.
İltizam sisteminin uygulanması
sonucunda;
* Devlet
eyaletlerin vergi gelirlerini peşin alarak nakit ihtiyacını karşılamış, alınan
paralarla yönetici ve askerlerin maaşlarını
karşılamıştır.
* Mültezime
bırakılan topraklarda asker yetişmemiş, tımarlı sipahilerin önemi azalmıştır.
* Osmanlı
Devleti’nin zayıflaması ve gerekli denetimlerin yapılmamasından dolayı halktan
fazla vergi alınarak zor duruma düşürülmüştür.
Ekonomik ve Sosyal Hayat Tarım ve
Hayvancılık
Osmanlı nüfusunun
büyük bölümü köylerde ve mezralarda yaşadığı için ekonomik hayatın temeli
tarımsal faaliyetlere dayanıyordu.
Osmanlı
İmparatorluğu geniş topraklarından ve farklı iklim koşullarından faydalanarak
değişik ürünler yetiştirebilmiştir. Tarım ürünleri dünya ekonomisinin
şartlarında büyük değişimler olduğu XVIII. yüzyıl başlarına kadar genellikle
Osmanlı nüfusuna yeterli olmuştur. Ancak, zaman zaman susuzluk, çekirge
salgınları ve diğer afetler yüzünden kıtlıklar yaşanmıştır. Bu gelişmeler dışında
devlet, önlemler alarak toplumun sıkıntıya düşmesini engellemeye çalışmıştır.
Hayvancılık,
tarım ekonomisinin önemli unsurlarından biridir. Osmanlı Devleti’nde ulaşım,
taşımacılık ve başta tarım olmak üzere insan gücünün üstünde kuvvet
kullanılması gereken bütün üretim dallarında hayvanlardan yararlanılmıştır.
Ticaret
Fatih döneminde,
ülke sınırlarının genişlemesi ve doğudan gelen ticaret yollarının Osmanlı
Devleti’nin eline geçmesi ticaretin gelişmesini sağlamıştır. XV. ve XVI.
yüzyıllarda Türk tüccarları uluslararası alanda görülmeye başlamıştır.
Osmanlı Devleti,
ticaret faaliyetlerini teşvik etmiş, vergileri düşük tutmuş, Avrupalı
devletlere ticari imtiyazlar vermiş, önemli ticaret şehirlerine kapalı
çarşılar, bedestenler ve hanlar yaptırmıştır. Bu çalışmaların yanında devletin
doğudan gelen ticaret yollarını ele geçirmesi ülkede ticari canlılığı
artırmıştır.
Sanayi
Osmanlı
Devleti’nde esnaflar, Lonca adı verilen teşkilatlara üye idi. Her esnaf kendi
çalışma alanıyla ilgili bir loncaya üye olarak koruma ve denetim altına
girerdi. Osmanlı şehirlerinde ekonomik hayatın temeli durumunda olan loncaların
dışında esnaflık ve zanaatkarlık yapmak mümkün
değildi.
Loncaların başlıca görevleri;
*
Ürünlerin kaliteli yapılmasını sağlamak ve fiyatları belirlemek
*
Esnaflarla hükümet arasındaki ilişkileri düzenlemek
*
Üyelere kredi sağlamak ve zararlarını
karşılamak
* Mesleki
eğitim vermek idi.
Müslümanlar ile
diğer dinlere mensup olan halk arasında ayrım yapılmamıştır. Osmanlı ülkesinde
gayrimüslimler diledikleri işlerde çalışırlar, ibadetlerini serbestçe yaparlar,
kendi dillerine ve dinlerine göre eğitim görürlerdi. Bütün halk aynı huzur, güven
ve varlık ortamını paylaşarak barış içinde beraberce yaşarlardı.
Gayrimüslimler
askere alınmamış, bunun yerine askerlik yapabilecek erkekler devlete cizye
adıyla vergi ödemişlerdir. Ticaret hayatında sürekli ve istikrarlı bir
faaliyet gösteren
gayrimüslimler zenginliklerini artırmışlar ve Osmanlı ülkesinde ticari hayata
hakim olmuşlardır.
Osmanlı Devleti’nde Hukuk
Osmanlı Devleti
fethettiği yerlerdeki halkın Osmanlı yönetimine uyum sağlamasını kolaylaştırmak
amacıyla yürürlükteki kanunları bir süre kaldırmamıştır.
Osmanlı
Devleti’nde hukuk; şer’i ve örfi hukuk olmak üzere iki temele dayanıyordu. Örfi
hukukun şer’i hukuk kurallarına ters düşmemesine özen gösterilmiştir.
Eğitim ve Öğretim Medrese
Osmanlı tarihinde
ilk medrese Anadolu Selçukluları örnek alınarak Orhan Bey döneminde İznik’te
kurulmuştur (1331).
Daha sonraki dönemlerde başta
Bursa, Edirne ve İstanbul olmak üzere birçok
şehirde medrese kurulmuştur.
Osmanlı
medreseleri Tanzimat’a kadar ülkenin bilim, adalet ve yönetim hayatında etkili
olan kişileri yetiştirerek XIV. yüzyıldan XIX. yüzyıla kadar geçen döneme
damgasını vurmuştur.
Enderun
Devlet memuru,
idareci, komutan ve sanatkar yetiştirmek amacıyla kurulan saray okuluna Enderun
denilmiştir. İlk defa II. Murat tarafından Edirne sarayında kurulan bu okul,
bazı düzenlemeler yapılarak ve ismi değiştirilerek 1910 yılına kadar devam
ettirilmiştir.
11) Yeniçağ’da Avrupa
Coğrafi Keşifler
Siyasal Nedenler
Feodalitenin
yıkılmasından sonra Avrupa’da güçlenen krallar, ticari alanda birbiriyle
mücadeleye başladılar. Orta Avrupa ülkeleri arasında mücadeleler devam ederken,
Batı Avrupa ülkeleri ise, mücadelelerini daha çok deniz aşırı alanlarda
yoğunlaştırmışlardı. Amaçları; Çin ve Hindistan gibi zengin ülkelere ulaşmak ve
buralardan alacakları malları Avrupa’ya taşımaktı. Avrupalı krallar dışarıdan
gelen malların kontrolünü ele geçirerek zenginleşmeyi amaçlıyordu. Bu nedenle
Portekizliler ve İspanyollar yeni yolların bulunması
için denizcileri desteklemişlerdir.
Jeopolitik Nedenler
XV. ve XVI.
yüzyıllarda Osmanlı İmparatorluğu İpek ve Baharat Yollarının sona erdiği
limanları ele geçirmişti. Osmanlı İmparatorluğu’nun amacı, doğudan gelen
ticaret yollarına hakim olarak Avrupa devletlerini ekonomik yönden kendisine
bağımlı hale getirmekti. Osmanlı İmparatorluğu’nun Karadeniz ve Akdeniz’i Türk
gölü haline getirmesi, Avrupa ülkelerini Akdeniz ticaretinden uzaklaştırarak
Akdeniz’in batısına itmesi ve Kuzey Afrika’yı ele geçirmesi Avrupa ülkelerini
yeni egemenlik alanları ve ticaret sahaları bulmaya zorlamıştır. Bu nedenle
Avrupalılar yeni yollar ve zenginlik kaynakları aramaya başlamışlardır.
Sosyo – Ekonomik Nedenler
* XV.
yüzyılın ikinci yarısında Avrupa’da ticaret gelişmiş, yeni pazar ve hammadde
kaynaklarına ihtiyaç duyulmuştur. Ticaretin gelişmesi paranın esası olan altın
ve gümüş gibi değerli madenlere ihtiyacı artırmıştır. Bu durum fiyatları
düşürmüştür. Avrupalılar bu sorunu çözmek için değerli madenlerin bol bulunduğu
Asya ve Afrika’ya ulaşmayı amaçlamışlardır.
* Uzak
Doğu’dan Avrupa’ya gelen ipek, baharat, inci, porselen, fildişi ve kumaş gibi
mallar İpek ve Baharat Yollarıyla ulaşıyordu. Bu yollara Venediklilerin,
Mısırlıların ve Türklerin hakim olması maliyetleri artırıyordu. Ayrıca, sık sık
çıkan savaşlar nedeniyle yollar kapanıyor ve mal akımı kesintiye uğruyordu. Bu
nedenler yeni zenginlik kaynakları arayan Avrupalı devletleri Uzak Doğu’ya
ulaşabilmek için yeni yollar aramaya yöneltmiştir.
* Avrupalılar
Doğu’nun zenginliklerine ulaşmayı amaçlamanın yanında Hristiyanlık dinini
Avrupa dışında yaymayı da hedeflemişlerdir.
Coğrafi Keşiflerin Sonuçları
Sosyal ve Ekonomik Sonuçlar
* Yeni
ticaret yolları bulunmuş, İpek ve Baharat Yolları önemini kaybetmiştir. Bu
gelişmeler sonucunda Akdeniz limanları ve ticareti önemini kaybederken Atlas
Okyanusu limanlarının önemi artmıştır.
* Yeni
keşfedilen yerlerden Avrupa’ya bol miktarda değerli maden taşınmıştır. Bu durum
Avrupa’da temel zenginlik ölçüsü olan toprağın yerini altın ve gümüşün almasına
neden olmuştur.
*
Avrupalılar ekonomik yönden zenginleşmişlerdir.
*
Kara ticaret yolları deniz ticaret yollarıyla rekabet edememiştir.
* Uluslar
arası ticaret faaliyetleri gelişmiştir. Avrupa’da ticaretle uğraşan burjuva
sınıfı zenginleşmiş ve soyluların topraklarına sahip olmuşlardır. Böylece,
siyasal denge bozulmaya başlamıştır.
*
Avrupa’dan keşfedilen yerlere göçler
olmuştur.
* Keşfedilen
yerlerde sömürgeler kurularak zenginlik kaynakları Avrupalılar tarafından
yağmalanmıştır. Ayrıca, Avrupa ürünleri yeni pazarlar bulmuş ve daha sonra
gerçekleşecek Sanayi İnkılabı’na ortam hazırlanmıştır.
* Uzak
sömürgelerden malların deniz yoluyla getirilmesi, Avrupa’daki liman şehirlerinin
önemini artırmıştır. Bunun sonucunda şehirleşme faaliyetleri ve şehirlerin
nüfusları artmıştır. Şehirleşme yeni sosyal grupların doğmasına, hayat
seviyesinin yükselmesine ve yaşam tarzının değişmesine neden olmuştur.
*
Keşfedilen ülkelerin halkları ya soykırıma kurban gitmiş, ya da köleleştirilmiştir.
Keşiflerden sonra köle ticareti
artmıştır.
Siyasal Sonuçlar
* Yeni
keşfedilen topraklar, keşifleri yapan devletlerin kendi malları haline gelmiş
ve buralarda sömürge imparatorlukları kurulmuştur.
*
Avrupalı devletler arasında sömürge rekabetinden dolayı savaşlar çıkmıştır.
Sömürgeci Avrupa
devletleri diğer devletlere siyasal ve ekonomik alanlarda üstünlük
sağlamışlardır.
* Zenginleşen
Avrupalı krallar savaş sanayisine daha fazla yatırım yapmaya başlamışlardır.
* Okyanuslara
açılacak durumda olmayan Osmanlı İmparatorluğu, tartışmasız durumdaki siyasal
üstünlüğünü daha donanımlı ordu ve donanmaya sahip olan Avrupa devletleri
karşısında kaybetmeye başlamıştır.
Bilimsel ve Kültürel Sonuçlar
* Yeni
kıtalar, ırklar, uygarlıklar, hayvanlar ve bitkiler tanınmış, insanlarda merak
ve araştırma isteği artmıştır.
*
Avrupa’nın bilim ve düşünce hayatında önemli değişiklikler meydana gelmiştir.
Keşiflerin
etkisiyle Avrupa’da gelişmeleri engelleyen durumları ortadan kaldıran Rönesans
ve Reform hareketleri başlamıştır.
* Kıtalar
arası ticaret ve taşımacılık sayesinde zenginleşen Avrupalılar yeni bir hayat
tarzı benimsediler. Bunlar kültür ve sanat faaliyetlerini destekleyerek
gelişmesini sağlamışlardır.
Yeni keşfedilen yerlerdeki
uygarlıklar söndürülmüştür.
Rönesans Hareketleri
Rönesans’ın başlamasında;
* Kâğıdın
ucuzlaması ve matbaanın kullanımının artmasıyla yeni buluş ve düşüncelerin
geniş alanlara yayılması
* Avrupa’daki
kültür ve sanat faaliyetlerini destekleyen, bilim adamları ve sanatkarları
koruyan varlıklı kişilerin ortaya çıkması
* Eski Yunan
ve Roma’ya ait edebiyat, felsefe, bilim ve sanat eserlerinin incelenmesi ve
bunların akademilerde okutulması
* Avrupalıların
İspanya’daki Endülüs Emevi Devleti ve Sicilya aracılığı ile İslâm uygarlığını tanıması
Coğrafi Keşiflerle Avrupa halkının zenginleşmesi ve yaşam seviyesinin
yükselmesi
etkili olmuştur.
Rönesans’ın Sonuçları
*
Avrupa’da hür düşünce ve yeni bir sanat anlayışı ortaya çıkmıştır.
* Avrupa’da
bilim alanında deney ve gözleme dayanan pozitif düşünce yayılmış ve skolastik
düşünce yıkılmıştır.
* Hümanistler
insanı ve doğayı konu alan, insanın ön plana çıktığı eserler ortaya
koymuşlardır.
*
Avrupa’da eğitim – öğretim faaliyetlerine önem verilmiştir.
*
Bilimsel alandaki çalışmalar endüstrinin gelişmesine ortam hazırlamıştır.
* Avrupa’da
soylularla halk arasındaki ekonomik, sosyal ve kültürel alanlardaki çelişkiler artmıştır.
* Pozitif
düşüncenin gelişmesiyle Hristiyanlık dininin kutsal kitabı İncil ve din
adamları eleştirilmiştir. Bunun sonucunda Avrupa’da Reform hareketleri başlamış
ve kilisenin gücü azalmıştır.
Reform Hareketleri
Avrupa’da Reform hareketlerinin
başlamasında;
* Bozulan
Katolik Kilisesi’nin bazı zümrelerin çıkarlarına uygun hareket etmesi ve dini
ticarete alet ederek Endüljans adlı af belgesi sayesinde zenginleşmesi
* Hümanizm
sayesinde Hristiyanlığın kaynaklarına inilerek temel ilkelerin ortaya
çıkarılması
*
Kağıt ve matbaa sayesinde iletişimin
gelişmesi
* Rönesans
döneminde yetişen özgür düşünceli aydınların Katolik Kilisesi’ni tenkid etmeleri
* Dinî
kitapların ulusal dillere çevrilmesi ve matbaa sayesinde bol miktarda basılması
etkili olmuştur.
Reform’un Sonuçları
* Avrupa’da
mezhep birliği parçalanmıştır. Katolik ve Ortodoks mezhepleri yanında
Protestan, Kalvenizm ve Anglikanizm mezhepleri ortaya çıkmıştır.
* Papa ve din
adamları saygınlıklarını kaybetmişlerdir. Katolik Kilisesi yeni düzenlemeler
yapmak zorunda kalmıştır.
*
Eğitim ve öğretim, kilisenin elinden alınarak laik eğitim anlayışı yaygınlaşmıştır.
* Katolik
Kilisesi’nden ayrılan ülkelerde kilisenin topraklarına ve mallarına el
konulmuştur.
* Papa
engizisyon mahkemeleriyle Katolik Kilisesi’nin otoritesini devam ettirmeye çalışmıştır.
* Protestan
krallar ve prensler egemen oldukları bölgelerde din işlerinin mutlak hakimi
haline gelmiştir.
* Reform
hareketleri sonucunda Avrupa’da oluşan siyasal ayrılıklar, Osmanlıların Avrupa
içlerine ilerlemesini kolaylaştırmıştır.
Rönesans ve
reform hareketleri Avruba' da gelişmei önleyen engelleri oratadan kaldırmıştır.
Avrupa’da yaşanan
Reform hareketleri Osmanlı ülkesinde etkili olmamıştır. Osmanlı Devleti,
hakimiyeti altında yaşayan Hristiyan halka din ve inanç yönünden geniş haklar
tanımıştır. Osmanlı Devleti’nin Hristiyan halkı kilisenin suistimaline karşı
koruması mezheplerin ve savaşların çıkmasını engellemiştir.
12) XVII.Yüzyılda
Osmanlı İmparatorluğu
Osmanlı
İmparatorluğu’nun Duraklama Nedenleri Merkezi Yönetimin Bozulması
Osmanlı merkezi yönetiminin bozulmasında;
* XVII.
yüzyıldan itibaren tahta çıkan padişahların devlet işlerine ilgisiz kalmaları
ve ordunun başında seferlere çıkmamaları
* Şehzadelerin
sancaklara gönderilmemesinden dolayı, devlet işlerinde yeterli bilgi ve
tecrübeye sahip olmadan devletin başına geçmeleri
* Padişahların
tecrübesizliğinden yararlanan saray kadınlarının ve ağalarının devlet
yönetiminde etkili olmaları
*
Önemli makamların liyakata bakılmadan rüşvet ve iltimas yoluyla dağıtılması
gibi nedenler etkili olmuştur.
Devlet
yönetiminde otoritenin sarsılması, halkın devlete olan güveninin azalmasına ve
iç isyanların çıkmasına neden olmuştur.
Ekonominin Bozulması
*
XVI. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlı ekonomisinin bozulmasında;
* Coğrafi
Keşiflerin etkisiyle ticaret yollarının yön değiştirmesi ve gümrük gelirlerinin
büyük ölçüde azalması
* XVII.
yüzyılda Avusturya ve İran ile yapılan savaşların yüklü harcamalara yol açması
* İhracatın
azalması, ithalatın artması ve kapitülasyonların giderek Avrupalı devletlerin
sömürü aracı haline gelmesi
* Sömürgelerden
Avrupa’ya yüklü miktarda altın ve gümüşün gelmesi, bu madenlerin bir miktarının
Osmanlı ülkesine girmesi ve paranın değerini düşürerek enflasyonu artırması
* Vergilerin
yükseltilmesi üzerine köylerde yaşayan insanların vergilerini ödeyemeyerek
tarımsal üretimi bırakmaları
* Saray
masraflarının artması gibi nedenler etkili olmuştur.
Askeri Sistemin Bozulması
* III. Murat
döneminden itibaren kapıkulu ocaklarına kanunlara aykırı asker alınarak
sayılarının artırılması
*
Yeniçerilerin geçim sıkıntısını ileri sürerek askerlik dışında işlerle uğraşmaları
* İltizam
sisteminin yaygınlaşması üzerine tımar sisteminin önemini kaybetmesi ve
eyaletlerde asker yetiştirilmemesi
*
Denizcilikle ilgisi olmayan kişilerin donanmanın başına getirilmesi
* Avrupa’da
meydana gelen harp teknolojisindeki gelişmelerin takip edilmemesi gibi etkenler
Osmanlı askeri sisteminin bozulmasına neden
olmuştur.
Sosyal Alandaki Bozulmalar
Tımar sisteminin bozulması, nüfusun artması ve Anadolu’da çıkan Celâli
isyanları halkın devlete olan güvenini sarsmıştır. XVII. yüzyılda başta
İstanbul olmak üzere büyük şehirlerin nüfusları hızla artmış, bu durum
şehirlerde işsizliğe ve güvenliğin bozulmasına neden olmuştur.
Eğitim Sisteminin Bozulması
* Osmanlı
eğitim sisteminin temelini oluşturan medreselerin çağın gerisinde kalması ve
Avrupa’da eğitim alanında meydana gelen yeniliklerin takip edilmemesi
*
Pozitif bilimlerin medreselerin müfredatından çıkarılması
*
Medrese öğrenimi görmemiş pek çok kişiye ilmi rütbeler verilmesi
* Yeni doğmuş
çocuklara müderrislik ünvanının verilmesi ve beşik uleması diye adlandırılan
bir sınıfın ortaya çıkması
Dış Etkenler
* Coğrafi
Keşiflerle zenginleşen ve ekonomilerini güçlendiren Avrupa devletleri, Rönesans
ve Reform hareketleriyle düşünce ve bilim hayatında önemli atılımlar yapmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu Avrupa’daki teknolojik ve bilimsel gelişmelere ayak
uyduramamış, Avrupa’nın gerisinde kalmıştır.
* XVII.
yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu doğal sınırlarına ulaşmıştır. Sınırlarını
çöllere, okyanuslara ve güçlü devletlere dayandıran Osmanlı Devleti duraklama
sürecine girmiştir.
* Avrupalıların
Haçlı anlayışıyla Osmanlı İmparatorluğu’na hep birlikte saldırmaları
duraklamaya neden olmuştur.
XVII.
Yüzyılda Osmanlı – Avusturya İlişkileri 1593 –
1606 Osmanlı – Avusturya Savaşları
Sokullu Mehmet
Paşa döneminde imzalanan antlaşma tarafların karşılıklı saldırılarıyla bozulmuş
ve iki devlet arasında savaşlar başlamıştır. İki devlet arasındaki savaş
Avusturya’nın isteğiyle Zitvatorok Antlaşması imzalanarak sona erdirilmiştir
(1606).
Zitvatorok Antlaşması ile
Osmanlı Devleti;
*
Avrupa’daki üstünlüğünü kaybetmiştir.
* Avusturya
kralı Osmanlı padişahına denk hale gelmiştir. Böylece, Osmanlı Devleti’nin
Avrupa devletleriyle hukuki eşitlik dönemi başlamıştır.
Viyana Kuşatması ve Osmanlı - Avusturya Savaşı
Avusturya, Orta
Avrupa’da gücünü artırmak için Macaristan’a egemen olma politikası izlemiştir.
Macarlara yardım etmeyi kabul eden Sadrazam Merzifonlu Kara Mustafa Paşa sefere
çıkarak Viyana’yı ikinci defa kuşatmıştır (1683).
Osmanlı orduları Viyana
önlerinde bozguna uğrayarak geri çekilmiştir.
Türklerin Viyana
önlerinde bozguna uğraması, Avrupa’da büyük bir sevinç meydana getirmiş ve
Papa’nın gayretleriyle Türkleri Avrupa’dan atmak amacıyla
Kutsal İttifak
kurulmuştur (1684). Bu ittifaka; Avusturya, Lehistan, Venedik, Malta
şövalyeleri ve sonradan Rusya katılmıştır. 16 yıl devam eden savaşlarda Osmanlı
Ordusu yenilmiş, kutsal İttifak devletleriyle Osmanlı Devleti arasında Karlofça
Antlaşması imzalanmıştır (1699).
Karlofça Anlaşması'yla;
-Osmanlı Devleti Batıda ilk
kez toprak kaybetmiştir.
-Osmanlı Devleti Orta Avrubadaki
egemenliğini kaybetmiştir
-Avruba devletleri savunmadan saldırıya geçmiş ve askeri bakımdan
üstünlükleri ortaya çıkmıştır.
Karlofça
Antlaşması’ndan sonra Rusya ile Osmanlı Devleti arasında İstanbul Antlaşması
imzalanmıştır (1700).
İstanbul Antlaşması’yla;
* Osmanlı
Devleti, Karlofça ve İstanbul Antlaşmaları’yla kaybettiği toprakları geri
alabilmek amacıyla XVIII. yüzyılda Avusturya, Venedik ve Rusya ile savaşlar
yapmıştır.
İç İsyanlar ve Sonuçları
İstanbul
İsyanları
İstanbul
isyanları kapıkulu askerlerinden yeniçeriler ve sipahiler tarafından
çıkarılmıştır.
İstanbul isyanlarının
çıkmasında;
* Devlet
yönetimindeki otorite boşluğundan yararlanan yeniçeri ağaları ve saray
kadınlarının yönetimi olumsuz yönde etkilemeleri
* Kapıkulu
sisteminin değişmesi ve ocağa askerlikle ilgisi olmayan kişilerin alınması
* Kapıkulu
askerlerinin maaşlarının zamanında ödenmemesi veya ayarı düşük paralarla ödenmesi
*
Yeniçerilerin cülus bahşişi almak için sık sık padişah değiştirmek istemeleri
* Devlet
yönetiminde etkin olmak isteyen devlet adamlarının yeniçerileri kışkırtması
* Yeniçeri ve
sipahilerin çıkarları doğrultusunda hareket etmeyen padişah ve devlet
adamlarını görevden uzaklaştırmak istemeleri
* Kapıkulu askerlerinin
disiplin altında tutulamaması
gibi nedenler etkili olmuştur.
İstanbul
isyanları devlet düzeni değiştirmeye olmayıp, yönetimi şahıslara karşı
yapılmıştır.
İstanbul isyanları sonucunda;
* İsyancılar,
daima isteklerini yaptırmayı başarmışlar ve Osmanlı merkezi idaresi üzerinde
kapıkulu (özellikle yeniçeriler) askerlerinin etkisi artmıştır.
* İsyancılar,
padişah ve devlet adamlarını görevden almışlar, hatta öldürmüşlerdir.
*
İsyanlar İstanbul’da asayişin bozulmasına, halkın zor durumda kalmasına,
şehirde yangınların çıkmasına ve
yağmalamaların yapılmasına neden olmuştur.
Celâli İsyanları
XVII. yüzyılda Anadolu’da çıkan
isyanlara “Celali İsyanları” denilmiştir.
Celâli isyanlarının sonucunda;
* Eyaletlerde
devlet yönetiminin bozulması ve vergi toplamada adaletsiz davranılması
*
Dirlik sisteminin bozulması ve dirliklerin dağıtımında haksızlıkların yapılması
* XVII.
yüzyılda savaşların uzun sürmesi ve yenilgiyle sonuçlanmasından dolayı askerden
kaçanların Anadolu’da eşkiyalığa başlaması
*
Devşirme asıllı devlet adamlarının Anadolu halkıyla kaynaşamamaları
*
Merkezi otoritenin zayıflaması
* Kadı ve
sancak beylerinin kanunlara aykırı davranarak halkı zor duruma düşürmeleri
* Osmanlı –
İran ve Osmanlı – Avusturya savaşları gibi nedenler etkili olmuştur.
Celâli isyanlarının sonucunda;
*
Anadolu’da devlet otoritesi sarsılmıştır.
* Anadolu’da
huzur ve güvenlik bozulmuş, birçok şehir ve kasaba harap olmuştur.
*
Üretim faaliyetleri azalmış, ekonomi
bozulmuştur.
*
Vergiler toplanamamış ve devletin gelirleri azalmıştır.
13) XVIII.Yüzyılda
Osmanlı İmparatorluğu
Osmanlı – Rus İlişkileri
Prut Savaşı ve Sonuçları
Osmanlı
Devleti’yle Rusya arasında Prut Savaşı’nın başlamasında Osmanlı Devleti’nin;
* İstanbul Antlaşması’yla
kaybettiği yerleri geri almak istemesi
* Kırım
Hanlığı ve İsveç Krallığı’nı Rusya’ya karşı korumak istemesi gibi nedenler
etkili olmuştur.
Sadrazam Baltacı
Mehmet Paşa komutasındaki Türk ordusu, Prut nehri yakınlarında Rus ordusunu kuşattı
ve Rusya Çarı I. Petro barış istedi (1711). Rusya ile Osmanlı Devleti arasında
imzalanan Prut Antlaşması’yla; Osmanlı İmparatorluğu Azak Kalesi ve çevresini
alarak Rusları Karadeniz’den uzaklaştırmıştır. Osmanlı Devleti Karlofça ve
İstanbul Antlaşmalarıyla kaybettiği yerleri geri alma konusunda ümitlenmiştir.
Ayrıca, Prut Savaşı sonunda Osmanlı – İsveç ilişkileri güçlenmiştir.
Osmanlı – Venedik ve Avusturya Savaşları
XVIII.
yüzyıl başlarında Osmanlı İmparatorluğu ile
Venedikliler arasında savaşların başlamasında;
* Osmanlı
Devleti’nin Karlofça Antlaşması’yla kaybettiği Mora Yarımadası’nı geri almak istemesi
* Venediklilerin
Karadağlıları Osmanlılara karşı isyana kışkırtmaları gibi nedenler etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti,
Venediklilere savaş açarak Mora Yarımadası’nı ele geçirmiştir (1715). Bu
gelişme üzerine Karlofça Antlaşması’nın bozulduğunu ileri süren antlaşmanın
garantör devleti Avusturya, Osmanlı Devleti’ne savaş açtı (1716). Osmanlı
Devleti, Avusturya’ya yenildi.
Osmanlı – Venedik
ve Avusturya savaşları Pasarofça Antlaşması’yla sona ermiştir (1718).
Pasarofça Antlaşması’nın
sonucunda;
* Osmanlı
Devleti; kaybettiği toprakları geri alamayacağını anlamış ve barışçı bir
politika takip ederek elinde kalan toprakları korumaya çalışmıştır.
* Osmanlı
Devleti Avrupalı devletlerin üstünlüğünü kabul ederek, Avrupa’daki gelişmelerin
paralelinde ıslahatlar yapmıştır. Lale Devri’yle başlayan Avrupa’nın etkisi gün
geçtikçe artmıştır.
* Balkanların
kapısı durumundaki Belgrad’ın Avusturya’ya kaptırılmasından sonra bölgedeki güç
dengesi Avusturya’nın lehine bozulmuştur.
Osmanlı - Rusya ve Avusturya Savaşları (1736 - 1739)
Osmanlı Devleti
ile İran savaş halindeyken Rusya, Avusturya ile Osmanlı topraklarını paylaşmak
amacıyla gizli bir ittifak kurdu.
İki büyük Avrupa
devletiyle savaşmak zorunda kalan Osmanlı Devleti, iki cephede de önemli
başarılar kazanmıştır.
Osmalı ordularının
Gerileme Devri'de Avruba'nın iki güçlü devletini mağlup etmesinde,Humbaracı
Ahmet Paşa'nın ıslahatlar ve savaş planları etkili olmuştur.
Fransa’nın araya
girmesiyle önce Avusturya, sonra Rusya ile ayrı ayrı Belgrad Antlaşması
imzalanmıştır (1739).
Belgrad Anlaşmalarının
sonucunda;
*
Osmanlı Devleti’nin Karadeniz’deki üstünlüğü kesinleşmiştir.
*
Rusların Boğazları tehdidi bir süre engellenmiştir.
* XVIII.
yüzyılda Osmanlı Devleti’nin imzaladığı en kârlı antlaşma olmuş ve Avrupa’da
uzun süren barış döneminin başlangıcı olmuştur.
* Antlaşmanın
imzalanmasında arabuluculuk yapan Fransa, Osmanlı Devleti’nden yeni imtiyazlar
elde etmiştir; kapitülasyonlar sürekli hale getirilmiş ve Kudüs’teki kutsal
yerlerin yönetimi Katolik olan Fransa’ya bırakılmıştır. Bu gelişmelerden sonra
Fransa malları, Osmanlı ülkesinde iyi bir pazara kavuşmuştur.
1768 – 1774 Osmanlı – Rus Savaşı
Rusların
Lehistan’ ın iç işlerine karışması Osmanlı - Rus savaşının başlamasına neden
olmuştur (1768).
Savaş sırasında
Ruslar İzmir Çeşme limanında Osmanlı donanmasını yakmışlar, Rus Orduları
karşısında başarısız olan Osmanlı Devleti barış istemiştir.
Küçük Kaynarca Antlaşması ve
Önemi
1. Kırım
Hanlığı bağımsız bir devlet olacak; sadece dini konularda Osmanlı halifesine
bağlı kalacaktır.Bu madde ile;
* Osmanlı
Devleti ilk defa halkı Türk ve Müslüman olan bir toprak parçasını kaybetmiştir.
* Osmanlı
Devleti siyasal ilişkilerde ilk defa halifeliğin dinsel gücünden
yararlanmışıtır. Böylece, Kırım ile dini ve kültürel bağların devam ettirilmesi
amaçlanmıştır. Ayrıca, askeri yönden Rusya’yı durduramayan Osmanlı Devleti’nin
halifeliğin gücünden yararlanmaya çalışması zayıfladığını göstermektedir.
2. Osmanlı ülkesinde yaşayan
Ortodoksların himayesi Rusya’ya verilecektir.
3. Rusya, Osmanlı ülkesinde
istediği her yerde konsolosluk açabilecek ve
İstanbul’da sürekli elçi
bulundurabilecektir.
2. ve 3. maddelerle;
*
Rusya’nın Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmasına ortam hazırlanmıştır.
*
Osmanlı ülkesi Rusya’nın etkisine açık hale gelmiştir.
* Osmanlı
ülkesinde yaşayan Ortodoksların isteklerini Rusya’ya iletme imkanı doğmuştur.
4. Rusya diğer
Avrupa devletlerinin yararlandığı kapitülasyonlardan faydalanacaktır.
5. Rusya
Karadeniz’de donanma bulundurabilecek ve Rus ticaret gemileri Karadeniz ve
Akdeniz’de serbestçe dolaşabilecektir.
Bu madde ile;
*
Karadeniz Türk gölü olma özelliğini
kaybetmiştir.
* Rusya
tarihinde ilk defa İstanbul ve Çanakkale Boğazlarını geçerek sıcak denizlere
çıkma imkanı elde etmiştir.
Osmanlı – Fransa İlişkisi (1798 – 1801)
Fransa’nın Osmanlı Devleti’ne
ait olan Mısır eyaletini işgal etmesinde;
* Orta
Doğu’ya egemen olarak İngiltere’nin sömürgelerine giden yolları ele geçirmek ve
bölgedeki İngiliz çıkarlarına darbe vurmak istemesi
*
Fransa’nın Yedi Yıl Savaşları’ndaki kayıplarını telafi etmeye çalışması
* Mısır’ın
stratejik ve ekonomik yönlerden önemli bir konumda bulunması gibi nedenler
etkili olmuştur.
Fransızların
bölgeye (Akdeniz’e) yerleşmesi çıkarlarına ters düşen İngiltere ve Rusya
ittifak yaparak Osmanlı Devleti’nin yanında yer aldılar.
Donanması yanan
Napolyon Osmanlı Devleti’ni barışa zorlamak amacıyla Suriye üzerine yürüyerek
Akka kalesine kadar ilerledi. Burada Cezzar Ahmet Paşa
komutasındaki
Nizam – ı Cedit ordusuyla yapılan savaşı Napolyon kaybetti (1799). Bir süre
daha devam eden savaş El – Ariş Antlaşması’yla sona ermiştir (1801).
Bu antlaşma ile;
*
Mısır yeniden Osmanlı idaresine girmiştir.
* İngiltere,
doğu ticaret yolunu tehdit eden Fransa’yı etkisiz hale getirerek Akdeniz’de
üstünlük sağlamıştır.
Osmanlı Devleti
varlığını devam ettirrebilmek için denge politikasını izlemeye başlamıştır.
14) XVII.
ve XVIII. Yüzyıllarda Islahat Hareketleri
XVII. Yüzyıl Islahatları ve Özellikleri
II. Osman
Osmanlı tarihinde
ilk köklü ıslahat girişimleri II. Osman döneminde (1618 – 1622) başlamıştır.
II. Osman dönemi yenilikleri şunlardır:
*
II. Osman, saray dışından evlilik yaparak sarayı halka açmıştır.
* Şeyhülislam’ın
fetva vermek dışındaki yetkilerini elinden aldı. Böylece ilmiye sınıfının
devlet işlerine karışması engellenmiştir.
*
Zamanın ihtiyaçlarına göre yeni kanunların yapılması planlanmıştır.
* II. Osman
Hotin Seferi’nde yeniçerilerin durumunu görünce Yeniçeri Ocağı’nı kaldırmak
istedi. Ancak, Genç Osman düşüncelerini zamansız açığa vurduğundan ve
ıslahatlar sırasında kendisine yardımcı olacak tecrübeli devlet adamı
olmadığından ıslahat planları gerçekleştirilememiştir.
IV. Murat
* Yeniçeri ve
sipahi zorbaları ortadan kaldırıldı. Bu durum İstanbul’da asayiş ve güvenliğin
kurulmasını sağlamıştır.
* Bütçe
açığının saray masraflarının çokluğundan ve lüzumsuz hediye ve bahşişlerden
kaynaklandığını görünce bunları azaltmaya çalışmıştır.
*
Mali yılın bütçesini önceden hazırlamıştır.
*
Divan üyeleri ve diğer yöneticilerden hazineye para aktarmıştır.
*
Hazineye borcu olan kişilerden bu borçları tahsil etmiştir.
Köprülü Mehmet Paşa
Köprülü Mehmet Paşa;
* Memleketin
iç durumunu ele aldı. Dini yönden fikir ayrılığına düşen İstanbul ulemasını
değişik yerlere göndererek kargaşaya son vermiştir.
* Maliyeyi
düzene sokan Köprülü Mehmet Paşa, Kuyucu Murat Paşa ve IV. Murat gibi baskı ve
şiddet kullanmıştır. Onun ölümünden sonra, kendi tavsiyesiyle oğlu Fazıl Ahmet
Paşa sadrazamlığa getirilmiştir.
* Ordu ve
donanmayı ele aldı. Çanakkale Boğazı’nı ablukaya alan Venedik donanmasını
buradan uzaklaştırıp, Venedik tarafından işgal edilen Limni, Bozcaada ve
Gökçeada’yı geri alarak Akdeniz yolunu açmış ve Girit Adası’na yardım göndermiştir.
* Erdel Beyi
Rakoçi ve Halep Valisi Abaza Hasan Paşa’nın isyanlarını bastırarak asayişi sağlamıştır.
* Tımarlar
eskiden olduğu gibi savaşlarda yararlılık gösterenlere verilmiştir. Anadolu ve
Rumeli’deki tımarlı sipahilerin gerçek mevcudunu öğrenmek için yoklamalar
yapılmıştır. Haksızlık ve zorbalık yapan devlet memurları engellenerek kanun
hakimiyeti kurulmaya çalışılmıştır.
* Devletin
duraklamasının ve kötü gidişatın durdurulması için neler yapılması gerektiğine
ilişkin devlet ileri gelenlerinden raporlar alınmıştır. XVII. yüzyılın önemli
şahsiyetlerinden biri olan Koçi Bey, devletin Kanuni’den sonra düştüğü
sıkıntıları, kurumların nasıl bozulduğunu anlattığı “Koçi Bey Risalesi” adlı
raporunu IV. Murat’a takdim etmiştir.
* İran
üzerine iki defa sefer düzenlendi. Bu seferler sırasında Anadolu’daki Celâliler
ortadan kaldırılmış, emniyet ve güvenlik sağlanmıştır.
* Uyuşturucu
maddelerin ve tütünün kullanımı, gece sokağa çıkılması yasaklanmıştır.
Tarhuncu Ahmet Paşa
Tarhuncu Ahmet
Paşa mali alanda ıslahatlar yaparak devletin gelir – gider dengesini sağlamaya
çalışmıştır. Tarhuncu Ahmet Paşa;
* Bazı
illerin gelirinin iltizama verilmesini, dirlik sahiplerinin gelirlerinin bir
kısmının da hazineye aktarılmasını sağlamıştır.
* Bütçe
açığının saray masraflarının çokluğundan ve lüzumsuz hediye ve bahşişlerden
kaynaklandığını görünce bunları azaltmaya çalışmıştır.
*
Mali yılın bütçesini önceden hazırlamıştır.
*
Divan üyeleri ve diğer yöneticilerden hazineye para aktarmıştır.
*
Hazineye borcu olan kişilerden bu borçları tahsil etmiştir.
XVIII. Yüzyıl
Islahatları ve Özellikleri Lale Devri
* İlk kez
Avrupa’nın önemli merkezlerinde geçici elçilikler açıldı (Paris, Viyana,
Moskova ve Lehistan). Osmanlı Devleti, elçilikleri kurmakla; Avrupa’daki
teknik, bilimsel ve sosyal gelişmeleri takip etmeyi ve Avrupa devletlerinin
politikalarını öğrenmeyi amaçlamıştır.
* Said Efendi
ve İbrahim Müteferrika tarafından ilk Türk matbaası kuruldu (1727). İbrahim
Müteferrika’nın evinde kurulan bu ilk Osmanlı matbaasında dini kitaplar hariç
tarih, coğrafya ve edebiyata ait bazı kitaplar basılmıştır. Matbaada basılan ilk
eser Vankulu Lügati adlı sözlüktür.
Osmanlı
Devleti’nde binlerce insan hattatlık yaparak geçimlerini sağlıyordu. Bu
insanları mağdur etmemek amacıyla devlet önceleri matbaada dini kitapların
basımını yasaklamıştır.
* Yeniçerilerden oluşturulan
bir itfaiye örgütü kurulmuştur (Tulumbacılar).
* Yalova’da bir kağıt
imalathanesi kurulmuştur.
* İstanbul’da bir kumaş ve
çini imalathanesi açılmıştır.
* İlk defa çiçek hastalığı
için aşı bulunmuştur.
* Kütüphaneler
açılmıştır (En önemlileri Enderun ve Yeni Cami kütüphaneleridir).
* Askeri
alanda esaslı bir ıslahat görülmemiş, sınırlarda bazı kaleler ve istihkamlar
yaptırılmıştır. Ayrıca İstanbul surları onarılmıştır.
* Doğu klâsiklerinden bazı
eserler Türkçeye tercüme edilmiştir.
* Resim, minyatür, edebiyat ve
az da olsa bilim alanında gelişmeler gözlenmiştir.
* Avrupa’dan
Rokoko ve Barok tarzı mimari örnek alınarak çeşitli eserler yapılmıştır.
* Osmanlı
mimarisinin Avrupa mimarisinin etkisinde kalması sonucunda sivil mimari ön
plana çıkmıştır.
Osmanlı Devleti bu dönemde
sadece Doğu’da İran’la savaşmıştır.
* Lâle Devri Patrona Halil
İsyanı ile sona ermiştir.
I. Mahmut
* l. Mahmut
orduya düzen vermenin ve Avrupa orduları gibi savaşa hazırlanmanın lüzumunu
anlamış ve bu işi Fransız asıllı Humbaracı Ahmet Paşa’ya (Kont dö Boneval) vermiştir.
Ahmet Paşa;
*
Osmanlı ordusundaki Humbaracı ve Topçu sınıfını ıslah etmiştir.
*
Ordunun ıslahı için raporlar hazırlamıştır.
*
Subay yetiştirmek amacıyla Kara Mühendishanesi’ni kurmuştur (1734).
Böylece Avrupa tarzında ilk teknik
okul açılmıştır.
* Emrindeki
kıtaları Avrupa ordularının düzenine göre örgütlemiş, bölük, tabur ve alay
örgütlerini oluşturmuştur.
III. Mustafa
Bu dönemin ıslahatlarını
Sadrazam Koca Ragıp Paşa ve Baron dö Tot yapmıştır:
* III.
Mustafa lüzumsuz masrafları keserek maliyede ıslahat yaptı. İlk defa bu dönemde
iç borçlanma sistemi (esham) uygulanmıştır.
*
Fransızca’dan matematik ve astronomiyle ilgili kitaplar tercüme edilmiştir.
*
Fransa’dan getirilen Baron dö Tot topçu ve istihkam askerlerini ıslah etmiştir.
*
Sürat Topçu Ocağı kuruldu. Bu ocak Avrupa tarzında yetiştirilmiştir.
*
Tophane ıslah edilmiştir.
*
Deniz subayı yetiştirmek amacıyla Deniz Mühendishanesi kurulmuştur.
*
Çeşme faciasından sonra tersane ıslah edilerek yeni bir donanma kurulmuştur.
I. Abdülhamit
Devrin ileri
gelen ıslahatçı devlet adamları Halil Hamit Paşa ve Cezayirli Hasan Paşa’dır.
*
Halil Hamit Paşa, Sürat Topçu Ocağı’nı genişleterek mevcudunu artırmıştır.
* İstihkam
Okulu açıldı. Lağımcı ve Humbaracı ocaklarının gelişmesi sağlandı. Kara ve
deniz kuvvetlerini ıslah etmek için Avrupa’dan çok sayıda mühendis ve uzman getirilmiştir.
* Yeniçerilerin
sayımı yapıldı. Tımar sisteminde düzenlemeye gidildi. Ulufe alım satımı
yasaklandı. Halil Hamit Paşa maliyeyi düzeltmek için çalışmalar yaptı.
Ancak başarılı olamadı.
III. Selim
III. Selim döneminde yapılan
ıslahatlara Nizam-ı Cedit adı verilmiştir. Bu
dönem
ıslahatlarının ağırlık merkezini
askeri ıslahatlar oluşturmuştur.
* Nizam-ı
Cedit Ordusu kuruldu. Bu ordu yeniçerilerden seçilen ve Anadolu’dan getirilen
askerlerden kurulmuştur. Avrupa tarzında eğitilen bu ordu ilk askeri başarısını
Akka’da Fransızlara karşı kazanmıştır. Ordunun giderleri yeni kurulan İrad-ı
Cedit hazinesi tarafından karşılanmıştır.
* III. Selim donanmaya önem
vermiş ve tersaneyi ıslah etmiştir.
* Mühendishane-i
Berr-i Hümayun (Kara Mühendishanesi) ve Mühendishane-i Bahr-i Hümayun (Deniz
Mühendishanesi) adıyla okullar genişletilmiştir.
* Avrupa’daki
gelişmeleri takip etmek ve Osmanlı Devleti hakkındaki düşüncelerini öğrenmek
amacıyla Avrupa’nın önemli merkezlerinde sürekli elçilikler kurulmuş, Paris,
Londra, Viyana ve Berlin’e elçiler gönderilmiştir.
*
Ülke parasının değerini korumak için yerli malı özendirilmiştir.
*
Resmi devlet matbaası kurulmuştur.
* İlmiye
sınıfının ıslahı için çalışıldı. Yeni kitaplar tercüme edilmiş ve Fransızca
devletin ilk resmi yabancı dili haline getirilmiştir.
III. Selim
tarafından yapılmak istenen ıslahatlar; yeniçerilerin tepkisi, devlet
adamlarının lüks ve israfa dalmaları, İrad-ı Cedit hazinesi için konulan
vergilerin toplumda meydana getirdiği huzursuzluk ve yabancı elçilerin aleyhte
propaganda yapmaları gibi nedenlerden dolayı başarılı olamamıştır.
Kabakçı Mustafa İsyanı’yla III.
Selim öldürülmüş (1807) ve Nizam-ı Cedit ıslahatları
ortada kalmıştır.
XVIII.
Yüzyıl Islahatlarının Genel Özellikleri
* Osmanlı
Devleti, Avrupa’nın gerisinde kaldığını anlamış ve Avrupa’yı örnek alarak
yenilikler yapmıştır.
* Islahatlar
padişah ve devlet adamları tarafından yapılmış, halkın ıslahatlar konusunda bir
isteği ve desteği olmamıştır.
*
Savaşların yenilgiyle sonuçlanması ve toprak kayıplarının devam etmesi,
ıslahatların
askeri alanda yapılmasına neden olmuştur.
* Islahatlar,
gösterilen tepkiler yüzünden (özellikle yeniçerilerin) devamlı olmamıştır.
* XVII.
yüzyıl ıslahatlarına göre daha esaslı ıslahatlar yapılmıştır. Ancak,
ıslahatlarla amaçlanan hedefler gerçekleştirilememiş ve devlet çöküntüden
kurtarılamamıştır.
15) XIX.
Yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu
XIX. Yüzyıl
Siyasal Olayları Milliyetçilik Hareketleri
Çok uluslu bir
yapıya sahip olan Osmanlı İmparatorluğu, Fransız İhtilâli’nin getirdiği
ulusçuluk akımından en fazla etkilenen devlettir.
XVIII.
ve XIX. yüzyıllarda Rusya başta olmak üzere İngiltere
ve Fransa Osmanlı Devleti içinde yaşayan ulusları kışkırtmışlardır. Bu
kışkırtmalar sonucunda Balkanlarda Sırplar ve Yunanlılar ayaklanmıştır.
Sırp İsyanı
Osmanlı
İmparatorluğu’na karşı ilk milliyetçilik isyanı Sırplar tarafından
başlatılmıştır. Sırpların isyan etmesinde;
*
Rusya ve Fransa gibi Avrupa devletlerinin kışkırtmaları
*
Osmanlı merkezi otoritesinin zayıflaması
*
Toprak düzeninin bozulması
*
Savaş alanı haline gelen Sırbistan topraklarının sık sık el değiştirmesi
* Sırbistan’da
görev yapan memurların ve yeniçerilerin halka karşı sorumsuz davranışları
* Milliyetçilik
düşüncesinin Sırplar arasında yayılması gibi nedenler etkili olmuştur.
1806 – 1812
Osmanlı – Rus Savaşları sonucunda imzalanan Bükreş Antlaşması’yla Osmanlı
Devleti Sırplara bazı ayrıcalıklar vermiştir (1812). Bu ayrıcalıklarla
yetinmeyen Sırplar, bağımsızlık yolunu açacak imtiyazlar isteyerek
ayaklandılar. Osmanlı Devleti, Rusların olaya karışmasını engellemek için
Sırplara yeni haklar tanımıştır (1815). Yunan isyanının başlamasından sonra
yeniden
ayaklanan Sırplar
Edirne Antlaşması’yla özerk bir devlet haline gelmiştir (1829). Böylece, iç
işlerinde serbest hale gelen Sırplar, Rusların Osmanlı Devleti’ne baskıları
sonucunda Berlin Antlaşması’yla bağımsız olmuşlardır (1878).
Yunan İsyanı
Osmanlı
İmparatorluğu’nda diğer uluslardan daha fazla imtiyaza sahip olan Rumların
ayaklanmasında;
*
Milliyetçilik akımının Rumlar arasında
yaygınlaşması
* Rusya,
İngiltere ve Fransa gibi Avrupa devletlerinin Rumları isyana kışkırtmaları
*
Yunanlıların eski Bizans İmparatorluğu’nu yeniden kurmak istemeleri
*
gibi nedenler etkili olmuştur.
*
Ticaret faaliyetleri yapan Rumların zenginleşmeleri
* Rumların
okullar ve cemiyetler kurarak yapacakları isyan hareketlerine ortam
hazırlamaları (Bu cemiyetlerden en önemlisi Etnik–i Eterya’dır.)
* Rumların
Divan–ı Hümayun elçilik tercümanlığı gibi devletin önemli memurluklarında görev almaları
*
Rumların Avrupalı devletler tarafından
desteklenmesi
* Osmanlı
Devleti’nin Yanya valisi Tepedelenli Ali Paşa’nın isyan etmesi ve devletin
isyanı bastırmak için uğraşması
gibi gelişmeler
Yunan isyanının çıkmasına, yaygınlaşmasına ve başarıya ulaşmasına ortam
hazırlamıştır.
Avrupalı
devletlerin Rumlarla yakından ilgilenmesinde; Rumları eski Yunan uygarlığını
meydana getirenlerin torunları olarak görmeleri ve aynı dinden olmaları etkili
olmuştur.Avrupalıların Yunanlıları desteklemeleri, XIX yüzyıl Avrupa
diplomasisinde din unsurunun etkili olduğunu göstergesidir.
Yanya valisi
Tepedelenli Ali Paşa’nın isyanından yararlanan Rumlar Mora’da isyan başlattılar
(1821). Osmanlı Devleti kısa sürede yayılan isyanı bastıramadı. Padişah
II. Mahmut,
Girit ve Mora valiliklerinin kendisine verilmesi şartıyla Mısır valisi Mehmet
Ali Paşa’dan yardım istedi. İbrahim Paşa komutasında Mora’ya gelen
Mısır kuvvetleri
kısa sürede isyanı bastırdı. Fakat bu gelişme Rusya, İngiltere ve Fransa’nın
tepkisini çekmiş ve bu devletler birleşerek Navarin Limanı’nda Osmanlı ve Mısır
donanmalarını yakmışlardır. (1827).
Navarin faciası sonucunda;
*
Yunan isyanı yeniden başlamıştır.
*
Doğu Akdeniz’de Ruslara karşı deniz gücü kalmamıştır.
*
Rusya, Osmanlı Devleti’ne savaş açmıştır.
İmparatorlukla
yönetilen Avusturya ,Yunan isyanında Osmanlı Devleti,'ni
desteklemiştir.Avusturya Avusturya'nın Yunan isyanını desteklemesinde ;
-Birçok ulustan meydsana gelen
bir devlet yapısında olması
-Rusların
Balkanlara yerleşmesini istemesi gibi nedeler etkili olmuştur.
Osmanlı – Rus Savaşı (1828 – 1829)
Ruslar Rumeli’den
ilerleyerek Edirne’yi, Doğu Anadolu’da ise Erzurum’u ele geçirdiler. Avrupa
devletlerinden destek alamayan Osmanlı Devleti zor durumda kalmış ve Edirne
Antlaşması’nı imzalayarak savaşa son vermiştir (1829).
Osmanlı Devleti açısından önemli
sonuçlar doğuran Edirne Antlaşması’yla;
1. Milliyetçilik
isyanları başarıya ulaşmış ve Yunanistan’ın bağımsız olması imparatorluk
içindeki diğer uluslara örnek olmuştur.
2. Osmanlı Devleti geniş toprak
kaybına uğramıştır.
3.
Devlet ekonomik sıkıntı içerisine girmiş ve yapılacak ıslahatlar aksamıştır.
4. Yunanistan’ın
bağımsız olması üzerine Rum isyanı sırasında Mısır valisi Mehmet Ali Paşa’ya
verilmesi kararlaştırılan Mora Yarımadası kaybedilmiştir.
Mehmet Ali
Paşa’nın Mora yerine Suriye valiliğini istemesi padişah ile Mehmet Ali Paşa
arasında anlaşmazlığa ve Mısır isyanının çıkmasına neden olmuştur.
Mısır Sorunu
Yunan isyanının
bastırılmasında etkili olan Mehmet Ali Paşa’ya Girit valiliği verildi. Ancak,
Yunan isyanı sonrasında Mora Osmanlı Devleti’nin elinden çıktığı için Mehmet
Ali Paşa’ya verilemedi. Mehmet Ali Paşa II. Mahmut’tan Mora’ya karşılık Suriye
valiliğini istedi. Bu isteğin kabul edilmemesi üzerine Mehmet Ali Paşa
Suriye’ye güçlü bir ordu gönderdi (1831). İbrahim Paşa komutasındaki Mısır
kuvvetleri üzerlerine gönderilen Osmanlı ordularını mağlup ederek Kütahya’ya
kadar ilerlediler (1833). II. Mahmut Osmanlı Devleti’nin düşmanı Rusya’dan
yardım istedi. Rusya’nın gönderdiği bir filo İstanbul Boğazı’nı geçerek
Büyükdere önlerine geldi. İngiltere ve Fransa, Rusya’nın Akdeniz’e inmesini
istemediklerinden dolayı padişah II. Mahmut ile anlaşması için Mehmet Ali
Paşa’ya baskı yaptılar. Sonuçta; Mısır sorunu iç sorun olmaktan çıkmış, Avrupa
sorunu haline gelmiştir.
Avrupalı
devletlerin baskılarına dayanamayan Mehmet Ali Paşa Osmanlı Devleti’yle Kütahya
Antlaşması’nı imzalamıştır (1833). Bu antlaşmaya göre; Mehmet Ali Paşa’ya Mısır
ve Girit valiliklerine ek olarak Suriye valiliği, oğlu İbrahim Paşa’ya da Adana
valiliği verilmiştir. Böylece, Kütahya Antlaşması’yla Mısır sorunu geçici olarak
çözümlenmiştir.
Kendini güvence
altında hissetmeyen II. Mahmut Rusya ile arasında sekiz yıl sürecek Hünkâr
İskelesi Antlaşması imzalamıştır (1833).
Hünkar İskelesi Antlaşması’yla;
*
Rusya, Karadeniz’de tam güvenlik sağlamıştır.
* Osmanlı
Devleti, Mehmet Ali Paşa’nın herhangi bir hareketine karşı Rusya’nın desteğini sağlamıştır.
İngiltere bu antlaşmaya tepki
göstermiş ve Boğazlar sorunu ortaya çıkmıştır.
* Osmanlı
Devleti, Boğazlar üzerindeki egemenlik hakkını son defa tek başına
kullanmıştır.
Osmanlı Devleti, Rusya’nın
himayesi altına girmiştir.
Osmanlı Devleti
Mehmet Ali Paşa’ya karşı İngiltere’nin desteğini sağlamak için Balta Limanı Antlaşması’yla
ekonomik imtiyazlar vermiştir.
Mısır sorununu
çözümlemek için büyük devletler Londra’da bir konferans düzenlediler.
Londra Sözleşmesi’ne göre;
*
Mısır özerk bir eyalet haline gelmiştir.
*
Mısır sorunu çözümlenmiştir.
* Mısır
isyanı, Osmanlı Devleti’nin bir valisine söz geçiremeyecek kadar zayıfladığını
ortaya koymuştur.
Mısır sorununun
çözümlenmesinden sonra Avrupalı devletler Boğazlar sorununu ele aldılar.
Yapılan görüşmeler sonucunda Londra Boğazlar sözleşmesi imzalandı (1841).
Boğazlar sözleşmesine göre;
*
Boğazlar, uluslararası bir statü kazanmıştır.
*
Rusya, Hünkâr İskelesi Antlaşması ile elde ettiği imkânları kaybetmiştir.
*
İngiltere ve Fransa bu antlaşmadan kârlı çıkmıştır.
*
Osmanlı Devleti’nin boğazlar üzerindeki mutlak egemenliği sona ermiştir.
Kırım Savaşı
Kırım Savaşı’nın Nedenleri
*
Rusya’nın tarihi emellerini gerçekleştirerek sıcak denizlere ulaşmak istemesi
*
Rusya’nın kutsal yerler sorununu gündeme getirmesi
* İstanbul’a
gelen Rus elçisinin protokol kurallarına uymaması ve devlet adamlarına baskı
yapması üzerine Osmanlı Devleti’nin elçiyi ülkesine göndermesi
* Rusya’nın
Osmanlı Devleti’ne Ortodoks Kilisesi’nin kutsal yerlerle ilgili isteklerini
onaylattıktan sonra, Osmanlı sınırları içindeki bütün Ortodoksların Rusya
tarafından himaye edilmesini istemesi
1853 yılında
Rusya’nın Eflak ve Boğdan’ı işgal etmesi üzerine Kırım Savaşı başlamıştır
(1853). Rusya kısa bir süre sonra Sinop’a baskın yaparak Osmanlı donanmasını
yaktı.
Bunun üzerine
İngiltere ve Fransa, Osmanlı Devleti ile bir ittifak antlaşması imzalayarak
Rusya’ya savaş ilan ettiler (1854).
Müttefikler Kırım’da
Sivastopol’u ele geçince Rus çarı barış istemek zorunda kaldı. Yapılan
görüşmeler sonucunda Paris Antlaşması imzalandı (1856).
Paris Antlaşması ve Önemi
1. Osmanlı
Devleti Avrupa devleti sayılacak, devletler genel hukukundan yararlanacak ve toprak bütünlüğü
Avrupalı devletlerin garantisi
altında olacaktır.
* Osmanlı
Devleti, Avrupalı devletlerin garantisi altına girmekle, kendini koruyamayacak
kadar zayıf bir devlet olduğunu kabul etmiştir.
* İngiltere
ve Fransa, çıkarlarının tehlikeye girmesine seyirci kalmayacaklarını
göstermişlerdir.
2. Karadeniz
tarafsız hale getirilecek, sadece ticaret gemilerine açık olacak; Osmanlı
Devleti ve Rusya, Karadeniz’de savaş gemisi bulunduramayacak ve tersane kuramayacaklardır.
* Osmanlı
Devleti savaşta galip gelmesine rağmen, yenik bir devlet durumuna düşürülmüştür.
*
Rusya’nın Osmanlı Devleti üzerindeki emelleri bir süre için engellenmiştir.
*
İngiltere ve Fransa, Akdeniz’deki güvenliklerini korumuşlardır.
3. Boğazlar konusunda 1841
tarihli Londra Boğazlar Antlaşması geçerli olacaktır.
*
Boğazlar üzerinde uluslararası statü devam etmiştir.
4. Eflak ve
Boğdan’ın sahip oldukları haklar ve ayrıcalıklar genişletilecek, bu beyliklerin
ve Sırbistan’ın hakları antlaşmayı imzalayan devletlerin ortak garantisi
altında bulunacaktır.
*
Avrupalı büyük devletler Osmanlı Devleti’nin içişlerine karışmışlardır.
*
Osmanlı Devleti’nin egemenlik haklarına müdahale edilmiştir.
*
Büyük devletler Balkan uluslarının bağımsızlığına ortam hazırlamışlardır.
5. Avrupa
devletleri Islahat Fermanı’nı memnunlukla karşılamışlar ve Osmanlı Devleti’nin
içişlerine karışmamayı kabul etmişlerdir.
* Islahat
Fermanı’nın antlaşmada yer alması Avrupalı devletlerin Osmanlı Devleti’nin
içişlerine karışmalarına zemin hazırlamıştır.
*
Islahat Fermanı Avrupalı devletlerin baskısıyla hazırlanmıştır.
Osmanlı İmparatorluğu’nun
Dağılması Panislavizm Hareketleri
Slav asıllı
toplulukları (Rus, Sırp, Hırvat, Slovak, Bulgar, Ukrayn, Sloven, v.s.) siyasal
ve kültürel bakımdan birleştirmek isteyen harekete Panislavizm denilir.
Rusya Panislavizm
politikasıyla; Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışmayı ve bu devleti yıkmayı,
Balkanlara egemen olmayı ve Balkanlar üzerinden sıcak denizlere ulaşmayı
amaçlamıştır.
Balkanlarda Ayaklanmalar
Rusya, tarihi
emellerine ulaşabilmek amacıyla Balkan uluslarını Osmanlı İmparatorluğu’na
karşı kışkırttı. 1876’da Bulgarlar, arkasından Karadağlılar ve Sırplar
ayaklandılar. Osmanlı tarihinde bu gelişmelere “Balkan Bunalımı” denilmiştir.
1877 – 1878 Osmanlı – Rus Savaşı
Avrupalı
Devletler İstanbul’da konferans düzenleyerek uluslarına özerklik verilmesini
istemişler, bu teklifleri Osmanlı Devleti kabul etmemiştir. Bunun üzerine
Osmanlı Devleti’ne savaş açan Ruslar Osmanlı orduları karşısında büyük
başarılar kazanmışlar ve Edirne’yi alarak İstanbul yakınlarındaki Çatalca’ya
kadar ilerlemişlerdir.
İstanbul’un
Rusların eline geçmesinden çekinen Osmanlı Devleti barış istedi. Barış
görüşmeleri Ayastefanos’ta (Yeşilköy) yapıldı (Mart 1878).
Rusya’nın çok
güçlenmesi menfaatlerine ters düşen İngiltere’yi harekete geçirdi. Avusturya,
Balkanlara yayılmayı amaçladığından antlaşmaya tepki gösterdi.
Almanya da bu devletlere
katılınca Ayastefanos Antlaşması uygulanmamıştır.
Rusya, yeni bir
savaşı göze alamadığından Berlin’de bir kongre toplanmasını kabul etti.
Berlin
Kongresi’ne Osmanlı Devleti, Rusya, İngiltere, Avusturya, Fransa, İtalya ve
Almanya katıldı. Görüşmeler sonunda Berlin Antlaşması yapıldı (1878).
Bu antlaşmaya göre;
* Osmanlı
Devleti’nin tek kârı Doğu Beyazıt olmuş, ancak Kıbrıs’ı İngilizlere üs olarak vermiştir.
* Ermeni
sorunu, Berlin Antlaşması’yla uluslararası politika konusu haline gelmiştir.
* Bulgaristan’ın
parçalanmasıyla Rusya’nın Balkan egemenliği ve Ege Denizi’ne inmesi engellenmiştir.
* Osmanlı
Devleti, Berlin Kongresi’nde Avrupalı devletlerin hedefi haline gelmiştir.
Bunun sonucunda kongre Osmanlı Devleti’nin paylaşım pazarlığı haline gelmiş,
Osmanlı Devleti’nin dağılması hızlanmıştır.
* Bu dönemde
İngiltere de Osmanlı Devleti’nin parçalanması girişimlerine katılmıştır.
Osmanlı Devleti’nin denge politikasında İngiltere’nin yerini Almanya almıştır.
*
Osmanlı Devleti Anadolu’da ve Balkanlarda geniş toprak kaybına uğramıştır.
Rumeli’deki
Türkler güvenli yerlere göç etmişler ve Rumeli’de Türk nüfusu azalmıştır.
Dağılmayı Önleme Çabaları
Osmanlı
Devleti’nin dağılmasını önlemek ve siyasal varlığını sürdürmek amacıyla bazı
düşünce akımları ortaya çıkmıştır.
Osmanlıcılık
Osmanlıcılık
fikri Tanzimat döneminin sonlarına doğru ilk defa Genç Osmanlılar adı verilen
aydınlar tarafından ortaya atılmıştır. Osmanlıcılık fikrini savunan Genç
Osmanlılar, devletin sınırları içerisinde yaşayan bireyler arasında dil, ırk ve
din bakımından hiç bir ayrım gözetmeksizin aynı haklara sahip oldukları kabul
edilirse, Osmanlı toplumu içinde bir kaynaşma ve dayanışma sağlanacağı
düşüncesindeydiler.
Ancak;
*
Azınlıkların bağımsız olmak istemeleri ve ulusçuluk akımının yaygınlaşması
*
Avrupalı devletlerin azınlıkları kışkırtmaları ve korumaları
* Balkanlarda
isyanların çıkması ve Anadolu’da Ermeni olayları Osmanlıcılık düşüncesinin
gerçekleşmesinin mümkün olmadığını göstermiştir. İslâmcılık
İslâmcılık düşüncesiyle; imparatorluk içindeki Müslüman unsurlar arasında
birlik ve beraberliği sağlamak ve imparatorluk dışındaki Müslümanların
Halifelik kurumunun dini gücü etrafında birleştirilerek beraber hareket
edilmesi amaçlanmıştır.
II. Abdülhamit,
“İslâmcılık” düşüncesini, resmi bir politika olarak benimsemiştir. Birinci
Dünya Savaşı’nda Arapların İngilizlerle birlikte hareket ederek Türk
askerlerine saldırmaları, İslâmcılık görüşünün Osmanlı Devleti’nin bütünlüğünü
korumada başarılı olamadığını göstermiştir.
Türk Birliği (Turancılık)
Türkçülük akımı,
bir kültür hareketi olarak başlamış, ancak daha sonra siyasal bir karakter
kazanmıştır. Turancılık düşüncesinin amacı, Türkleri bir ülkede, bir yönetim ve
bayrak altında toplamaktı.
Turancılık,
İttihat ve Terakki Partisi’nin programında yer almış, devlet yönetimine
yansıtılmıştır. Osmanlı Devleti’nin I. Dünya Savaşı’nda yenilmesi, Turancılık
hareketini zayıflatmıştır.
Türkçülük
Osmanlı Devleti,
Balkan Savaşlarının olumsuz sonuçları nedeniyle kendisini yıkan ögelerden
birinin milliyet ve millet kavramı olduğunu anlamıştı. Osmanlıcılık ve
İslâmcılık anlayışının terkedilmesiyle ülkede, Türkçülük akımı ön plana
çıkarıldı. Bu akımın öncülerinden Ziya Gökalp, çalışmalarıyla Türkçülük akımına
toplumsal bir içerik kazandırmıştır.
Batıcılık
Batıcılık, II.
Meşrutiyet döneminde bir düşünce akımı haline geldi. Bu görüş, devletin
Batılılaşmasıyla kurtulabileceğini ve bunun için çeşitli alanlarda ıslahatlar
yapılması gerektiğini savunmuştur.
16) XIX.
Yüzyıl Islahatları
II. Mahmut
Dönemi’nde Yapılan Islahatları Sened-i İttifak (1808)
Bu senet II. Mahmut ile âyânlar arasında
imzalanmıştır.
Âyanlarla II. Mahmut arasında Sened-i İttifak’ın yapılmasında Alemdar
Mustafa Paşa önemli rol oynadı. Sened-i İttifak ile Osmanlı Devleti âyanların
varlığını ve haklarını tanımıştır.
Askeri Alanda Yapılan Yenilikler
Nizam-ı Cedit’in
yerine Sekban-ı Cedit ismiyle yeni bir ocak kurdu. Ancak yeniçerilerin
isteğiyle Sekban-ı Cedit Ocağı kaldırıldı.
Sekban-ı Cedit’in
kaldırılması yeniçerilerin şımarmasına neden oldu. II. Mahmut yeniçerilerden
Eşkinci adıyla yeni bir ocak kurdu. Bu ocak Avrupa tarzında eğitim yapacaktı.
Yeniçeriler “eğitim istemeyiz” diyerek, ayaklandılar. Buna karşılık halk,
esnaf, medrese öğrencileri, topçu birlikleri padişahın yanında toplanarak
Yeniçeri Ocağı’nı kaldırdılar (1826).
Böylece;
*
Padişahın devlet yönetimindeki otoritesi yeniden güçlenmiştir.
*
Yeniliklere engel olan bir kurum ortadan kaldırılmıştır.
Yeniçeri
Ocağı’nın kaldırılmasından sonra yerine Asakir-i Mansure-i Muhammediye adıyla
yeni bir askeri örgüt kuruldu. Bu ordu çağdaş nitelikli merkez ordusu olarak
kuruldu (Bölük, tabur, alay, şeklinde düzenlenmiştir).
Hükümet ve Yönetim Alanında Yapılan Yenilikler
* XVIII.
yüzyıldan itibaren önemini kaybeden Divan örgütü kaldırılarak yerine bugünkü
anlamda bakanlıklar (nazırlıklar) kuruldu.
* Devlet
memurları dahiliye ve hariciye diye ayrılmıştır. Tımar ve zeamet kaldırılarak
devlet memurlarına maaş bağlanmıştır.
* Görevden
alınan veya ölen devlet adamlarının mal varlığına el koymak demek olan müsadere
usulü kaldırıldı. Böylece II. Mahmut, mülkiyet hakkının güvence altına
alınmasını amaçlamıştır.
*
Osmanlı uyruğundaki herkese tam bir din ve mezhep özgürlüğü tanınmıştır.
*
İller merkeze bağlanmış ve âyanlıklar
kaldırılmıştır.
*
Anadolu ve Rumeli’de ilk defa askeri amaçlı nüfus sayımı yapılmıştır (1831).
Eğitim ve Kültür Alanlarında Yapılan Yenilikler
*
Medreselerin yanında Avrupa tarzında eğitim kurumları açıldı. Bu dönemde
İlköğretimin zorunluluğu kabul
edildi.
II. Mahmut
döneminde Avruba tarzında sivil tarzında okulların açılması Osmanlı ülkesinde
kültür çatışmasına neden oldu. Eğitimde doğan bu iki başlılşık Cumhiriyet
dönemine kadar devam etti.Tevhid-iTedrisat Kanunu'yla ikilik oratadan
kaldırılmıştır.
* İlk defa bu
dönemde Fransa’ya öğrenci gönderilmiş, yabancı dil bilen Müslüman çevirmenler yetiştirilmiştir.
Ekonomi Alanında Yapılan Yenilikler
* Vergilendirmede
adalet esasları göz önüne alınmış ve bazı vergiler kaldırılmıştır.
* Yerli
malların kullanılması teşvik edilmiştir. Osmanlı parasının dışarıya çıkışını
önlemek için yabancı kumaştan elbise yapılması
yasaklanmıştır.
* Yeni
kurulan ordunun elbise ve ayakkabı ihtiyacının karşılanması için Bakırköy’de
bez, Eyüp’te iplik, İzmit’te çuha ve Beykoz’da deri fabrikaları kurulmuştur.
* Osmanlı
tüccarlarının yabancı tüccarlarla rekabet edebilmesi için gümrük vergilerinde
kolaylık sağlanmıştır.
Tanzimat Dönemi (1839 -
1876) Tazminat Fermanı
Tanzimat Fermanı’nın ilan edilmesinde;
* Osmanlı
Devleti’nin varlığını kendi kuvvetiyle koruyamayacağını anlamasından sonra
Avrupalı devletlerin desteğini sağlamak istemesi
* Rusya’nın
Hristiyan halka yeni haklar verilmesi için yaptığı baskıların önlenmek
istenmesi
* Osmanlı
Devleti’nin kanunlarda bazı düzenlemeler yapmak istemesi gibi nedenler etkili olmuştur.
1. Müslüman ve
Hristiyan bütün halkın ırz, namus, can ve mal güvenliği devletin güvencesi
altında olacaktır.
Bu hükümle; din
ve mezhep ayrımı gözetilmeksizin halka eşitlik ve devlet güvencesi verilmiştir.
2. Vergiler herkesin gelirine
göre düzenli bir şekilde toplanacaktır.
Bu hükümle;
vergilerin toplanmasındaki eşitsizlik ve haksızlıklar ortadan kaldırılmaya
çalışılmıştır.
3. Askerlik
işleri düzene konulacak, askere alma ve terhis işleri sağlam esaslara
bağlanacaktır.
Bu hükümle;
* Askerlikte
ocak usulü ortadan kaldırılmış, askerlik vatan görevi haline getirilmiştir.
*
Hristiyanların askerlik yapması zorunlu hale getirilmiştir.
4. Mahkemeler
açık olarak yapılacak ve hiç kimse haksız yere idam edilmeyecektir.
5. Herkes mal
ve mülküne sahip olacak, miras bırakabilecek ve müsadere kaldırılacaktır.
Bu hükümle;
şahısların mülkiyet hakkı devlet garantisi altına alınmıştır. Böylece sermaye birikimine
ortam hazırlanmıştır.
6. Rüşvet ve iltimas kaldırılacaktır.
7. Herkes kanun önünde eşit olacaktır.
Bu hükümle; tüm
Osmanlı vatandaşları arasında eşitliğin sağlanması istenmiş, bu durum
Osmanlıcılık fikrine esas olmuştur.
Patişah
Abdülmecit Tanzimat Fermanı'yla açıklanan hükümlere uyaçağına,fermana dayanarak
yapılacak bütün yasaları uygulayacağına yemin etmiştir.Böylece patişah;
-
Yetkişlerini kendi rızasıyla kısıtlamıştır.
-
Kendi gücü üzerinde konun gücünü kapul
etmiştir.
Islahat Fermanı
Islahat Fermanı’nın başlıca
maddeleri şunlardır:
1. Din ve
mezhep özgürlüğü sağlanacak, okul, kilise ve hastane gibi binalar tamir ve
yeniden inşaa edilebilecektir.
Bu hükümle;
Hristiyanlara tam bir dini serbestiyet getirilmiş, açılan okullar milli
isyanların artmasına neden olmuştur.
2. Hristiyan
ve Musevilere karşı küçük düşürücü sözler ve deyimler kullanılmayacaktır.
Bu hükümle;
gayrimüslimlerin isyanlarının önlenmesi ve Müslüman – Hristiyan çatışmasının
ortadan kaldırılması amaçlanmıştır.
3. Hristiyan ve Museviler
devlet memuru olabilecek, çeşitli okullara
girebilecektir.
Bu hükümle; Hristiyanlarla
Müslümanlar arasındaki en önemli ayrılık giderilmiştir.
4. İşkence, dayak ve angarya kaldırılacaktır.
5. Vergiler herkesin gelirine
göre toplanacak ve iltizam usulü kaldırılacaktır.
6. Askerlik için nakdi bedel
kabul edilecektir.
Bu hükümle; Hristiyanlar para
ödeyerek askerlik görevinden muaf tutulmuştur.
7. Hristiyanların il meclisine
üye olmaları kabul edilecektir.
Islahat
Fermânı’ndan sonra Hristiyanların çoğunlukta olduğu yerlerde yerel yönetim
Hristiyanların denetimine geçti. Bu da devletin parçalanmasını hızlandırmıştır.
8. Yapılacak
antlaşmalarla yabancı uyruklular vergilerini vermek şartıyla mal ve mülk sahibi olabileceklerdir.
Bu hüküm, yabancı sermayenin
ülkede yatırım yapmasına olanak sağlamıştır.
9. Mahkemeler açık yapılacak,
herkes kendi dinine göre yemin edecektir.
10. Patrikhanede
yeni meclisler kurulacak, bu meclislerin aldığı kararlar Babıali tarafından
tasdik edildikten sonra yürürlüğe girecektir.
Bu hüküm, Balkanlarda yeni
Hristiyan devletlerin kurulmasına yol açmıştır.
11. Tarım ve
ticaret işleri düzenlenecek, herkes şirket ve banka gibi ticari nitelikli
kurumlar açabilecektir.
Meşrutiyet Dönemi
1. I. Meşrutiyet’in İlanı ve
Kanun–ı Esasi
I. Meşrutiyet’in ilan edilmesinde;
*
Yeni Osmanlıların Meşrutiyet’in ilan edilmesi için çalışmaları
* İstanbul
Konferansı’nda Osmanlı Devleti aleyhine karar alınmasının önlenmek istenmesi
* İmparatorluk
içindeki ulusların isyan etmelerinin önlenmek istenmesi etkili olmuştur.
Kanun–ı Esasi’nin Önemli Maddeleri
1. Saltanat ve
hilafet hakkı ve makamı Osmanoğulları soyunun en büyük erkek evladına aittir.
Bu madde Osmanlı Meşrutiyeti’nin
monarşik karakter taşıdığını göstermektedir.
2. Devletin dini İslam’dır.
Yasalar dini hükümlere aykırı olamaz.
Bu madde Osmanlı
anayasasının teokratik ağırlıklı bir yapıya sahip olduğunu gösterir.
3. Yasama görevi; Âyan Meclisi
ve Mebusan Meclisi’ne verilmiştir.
4. Ayan
Meclisi üyeleri padişah tarafından ölünceye kadar tayin edilebilecekti. Mebusan
Meclisi’nin üyeleri dört yılda bir yapılan seçimle her ellibin Osmanlı
erkeğinin seçeceği milletvekillerinden oluşacaktır.
Osmanlı Devleti’nde parlamenter
sisteme geçilmiştir.
5. Yürütme
yetkisi; başında padişahın bulunduğu Bakanlar Kurulu’na (Heyet-i Vükela’ya) verilmiştir.
6. Kanun teklifini sadece
hükümet yapabilecektir.
Bu maddeler
Mebuslar Meclisi’nin etkinliğini azaltmış ve bir danışma meclisi durumuna
düşürmüştür.
7. Bakanlar
Kurulu’nun başkan ve bakanlarını padişah seçer, atar ve gerektiğinde azleder.
8. Mebuslar
Meclisi’nin başkanı ve iki yardımcısı Meclisin gösterdiği adaylar arasından
padişah tarafından seçilir.
9. Meclisi açmak ve kapatmak
padişaha aittir.
10. Hükümet Meclise karşı değil,
padişaha karşı sorumlu olacaktır.
Bu madde, padişahın yetkilerinin
milli iradenin üstünde olduğunu göstermektedir.
11. Anayasada
kişi özgürlüğü, öğretim ve öğrenim özgürlüğü, mülkiyet hakkı, din özgürlüğü,
basın özgürlüğü, konut dokunulmazlığı, vergi eşitliği, yasal eşitlik ve dilekçe
hakkı gibi temel haklar yer almıştır.
Osmanlı
Devleti’nde kişisel haklar ve özgürlükler genişlemiş ve anayasa güvencesine
alınmıştır.
12. Padişah,
devlet güvenliğini bozduğu gerekçesiyle polis araştırması yaptırabilecek ve
sonunda suçlu görülen kişileri sürgüne gönderebilecektir.
*
Kanun-ı Esasi Türk tarihinin Avrupa tarzındaki ilk anayasasıdır.
* Halk ilk
defa Padişahın yanında yönetime ortak olmuş ve I. Meşrutiyet Dönemi
başlamıştır. (1876 - 1908)
II. Meşrutiyet’in İlanı
II. Abdülhamit’in
Mebuslar Meclisi’ni kapatması ve anayasayı yürürlülükten kaldırması meşrutiyet
yanlılarını yeniden harekete geçirdi. Meşrutiyet yanlıları 1889 yılında
İttihad–ı Osmani Cemiyeti’ni kurarak örgütlendiler.
Ahmet Niyazi Bey
Manastır’da kendilerine bağlı birliklerle ayaklandılar. Rumeli’de Meşrutiyet
isteğiyle gösterilerin artması sonucunda II. Abdülhamit Meşrutiyet’in yürürlüğe
girdiğini ilan etmek zorunda kaldı (23 Temmuz 1908).
II. Meşrutiyet Dönemi’nde
Kanun-ı Esasi’de Yapılan Önemli Değişiklikler
1. Padişah Mebuslar Meclisi’nde
anayasaya bağlılık yemini edecektir.
Kanun üstünlüğü ilkesi
pekiştirilmiştir.
2. Padişah Bakanlar Kurulu’nun
yalnızca başkanını seçmekle yükümlüdür.
3. Bakanlar Kurulu Mebuslar
Meclisi’ne karşı sorumludur.
Padişahın yürütme
ile ilgili yetkileri kısıtlanmış, millet iradesi yürütme organı üzerinde
denetim hakkı elde etmiştir.
4. Mebuslar Meclisi başkanını
kendisi seçer.
5. Ekonomi,
ticaret ve barış antlaşmaları Mebuslar Meclisi’nin onayından sonra yürürlülüğe girer.
6. Mebuslar
Meclisi ve Âyân Meclisi padişahtan izin almadan yasa önerme hakkına sahiptir.
7. Padişah,
veto ettiği bir yasa tasarısı değişmeden yeniden mecliste kabul edilirse bu
tasarıyı onaylamak zorundadır.
5. 6. ve 7. maddeler padişahın
yasama yetkisinin kısıtlandığını göstermektedir.
8. Padişahın meclisi feshetme
yetkisi oldukça zorlaştırılmıştır.
17)
XX. Yüzyıl Başlarında Osmanlı İmparatorluğu
Trablusgarp Savaşı
Savaşın Nedenleri
Trablusgarp Savaşı’nın çıkmasında;
* Sömürgecilik
yarışında geç kalan İtalya’nın sanayisi için hammadde ve pazar arayışı
*
Osmanlı Devleti’nin Trablusgarp’ı koruyamayacak durumda olması
* Coğrafi
konumu itibariyle İtalya’ya yakın olan Trablusgarp’ın ticaret yolları üzerinde
bulunması ve zengin petrol kaynaklarına sahip
olması
gibi nedenler etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti,
Balkan Savaşlarının başlaması üzerine İtalya ile Ouchy (Uşi) Antlaşması’nı
imzaladı (18 Ekim 1912). Bu antlaşma ile Trablusgarp Savaşı sona ermiştir.
Savaşın Sonuçları
* Osmanlı
Devleti, Kuzey Afrika’daki son toprağını da İtalyanlara bırakarak bu kıtadan
tamamen çekilmiştir.
* Rodos ve
Oniki Ada’yı ele geçiren İtalya, Ege Denizi’nde etkin bir güç haline gelmiş,
Osmanlıların Ege’deki hakimiyeti sarsılmıştır.
* Osmanlı
Devleti, Balkan Savaşlarından mağlup çıktığından İtalya’ya bırakılan adaları
geri alacak güce sahip değildi. Bu nedenle İtalya adaları geri vermedi. Oniki
Ada, II. Dünya Savaşı’nın sonuna kadar İtalya’da kaldı. Savaşta mağlup olan
İtalya, adaları Yunanistan’a bırakmıştır (1947).
Balkan Savaşları
Balkan
Savaşlarının Nedenleri
* Rusya’nın
tarihi emellerine ulaşabilmek amacıyla Balkan uluslarını Osmanlı Devleti’ne
karşı kışkırtması
* Balkan
uluslarının iyice zayıflayan ve yıkılmakta olan Osmanlı Devleti’nin
Balkanlardaki topraklarını ele geçirmek istemeleri
* Balkanlarda
Panislavizm politikası takip eden Rusya’nın milliyetçilik fikirlerinden
yararlanarak Balkan uluslarının aralarında uzlaşma sağlaması
* Osmanlı
Devleti’nin Almanya’ya yaklaşmasından rahatsızlık duyan İngiltere’nin Reval
Görüşmesi (1908) sonucunda Rusya’yı Osmanlı toprakları, Boğazlar ve Balkan
politikasında serbest bırakması
* Avrupalı
büyük devletlerin kendi politikaları doğrultusunda Balkan uluslarını
desteklemeleri
* Osmanlı
Devleti’nin politik bölünmüşlük içerisinde bulunması ve askeri birliklerinin
bir kısmını terhis etmesi
Birinci Balkan Savaşı
Karadağlıların
saldırısıyla I. Balkan Savaşı başlamıştır (8 Ekim 1912). Bu savaş sırasında
Bulgaristan, Yunanistan, Sırbistan ve Karadağ devletleri Osmanlı Devleti’ne
karşı aralarında ittifak yapmışlardır.
I. Balkan Savaşı’nda;
* Balkanlardaki
Osmanlı ordusunun düzensiz durumda bulunması ve askerlerinin bir kısmının
terhis edilmesi
* Orduda
particilik ve ikiliğin çıkmasından dolayısıyla disiplinin bozulması gibi
nedenler, Osmanlı Devleti’nin mağlubiyetine sebep olmuştur.
I. Balkan
Savaşı’nın Sonuçları
*
Osmanlı Devleti, Edirne ve Kırklareli dahil Balkan topraklarından çekilmiştir.
Midye - Enez hattının doğusundaki
topraklar Osmanlı Devleti’nin elinden çıkmıştır.
* I. Balkan
Savaşı sırasında Arnavutluk bağımsızlığını ilan etmiştir. Arnavutluk, Osmanlı
Devleti’nden ayrılan son Balkan devletidir (28 Kasım 1912).
* Londra’da
görüşmeler devam ederken İttihat ve Terakki Partisi I. Balkan Savaşı’ndaki
yenilgiden dolayı yıpranan Kamil Paşa Hükümeti’ni “Babıali Baskını” ile
devirerek iktidarı ele geçirmiştir. (23 Ocak
1913).
*
I. Balkan Savaşı sonunda Bulgaristan Ege Denizi’ne ulaşmıştır.
* Birinci
Balkan Savaşı’ndan sonra Osmanlıcılık fikrinin başarılı olamayacağı görülmüş ve
milliyetçilik cereyanı güçlenmiştir. Balkanlarda Türk azınlığı meselesi ortaya
çıkmış, Osmanlı Devleti’nin elinden çıkan Balkan topraklarından birçok Türk ve
Müslüman Anadolu’ya göç etmek zorunda kalmıştır.
İkinci Balkan Savaşı
Londra
Antlaşması’na göre en fazla toprağı Bulgaristan aldı. Büyük bir Bulgaristan
Devleti’nin ortaya çıkması ve topraklarını Ege Denizi’ne kadar genişletmesi,
Yunanistan ve Sırbistan’ın tepkisine neden oldu. Sonuç olarak Osmanlı
Devleti’nden alınan toprakların paylaşımı Balkan ulusları arasında İkinci
Balkan Savaşı’na neden olmuştur.
Bu durumdan
faydalanmak isteyen Osmanlı Devleti harekete geçti. Kurmay Yarbay Enver Bey
komutasındaki Türk ordusu Londra Antlaşması’nda belirtilen Midye-Enez sınırını
geçerek Kırklareli ve Edirne’yi geri almıştır.
Birinci Dünya Savaşı (1914 –
1918) Savaşın Nedenleri
Savaşın
çıkmasında etkili olan genel nedenler; Fransız İhtilali’nin getirdiği ulusçuluk
akımı ve Sanayi İnkılabı’nın getirdiği sömürgecilik yarışıdır. Birinci Dünya
Savaşı’nın en önemli nedeni devletler arasındaki ekonomik yarıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nın
çıkmasında;
*
Almanya ile İngiltere arasındaki hammadde ve pazar rekabeti
* Fransa’nın
Almanya’ya kaptırdığı Alsas – Loren kömür havzasını geri almak istemesi
* Rusya’nın
dünya ticaretinde pay sahibi olmak amacıyla sıcak denizlere ulaşmak ve
Balkanlarda otoritesini artırmak için Slav toplulukları kendi idaresi altında
birleştirmek istemesi
* Sömürgecilik
yarışına geç katılan İtalya’nın Akdeniz’de etkinliğini artırmak ve yeni
sömürgeler elde etmek istemesi
* Avusturya – Macaristan İmparatorluğu’nun ülkesindeki ulusçuluk hareketlerini engelleyerek birliğini
korumaya ve Balkanlarda gücünü artırmaya çalışması
*
Avusturya ile Rusya arasında Balkanlara hakim olma yarışı
* Almanya’nın
Osmanlı topraklarındaki emellerine ulaşma konusunda Rusya’yı engel olarak görmesi
* Avusturya –
Macaristan veliahtının Saraybosna’da bir Sırp tarafından öldürülmesi
gibi özel nedenler
etkili olmuştur. Avusturya – Macaristan veliahtının öldürülmesi, Birinci Dünya
Savaşı’nı fiilen başlatmıştır.
Osmanlı Devleti’nin Savaşa Girmesi
Osmanlı Devleti’nin savaşa
girmesinde;
*
Devlet adamlarının savaşı Almanların kazanacağına inanmaları
* XIX.
yüzyılın sonlarında ve XX. yüzyılın başlarında kaybedilen toprakların geri
alınmak istenmesi
* İttihat ve
Terakki Fırkası’nın Alman hayranlığı ve askeri ıslahatlarda Almanya’dan faydalanılması
*
Ege adalarının geri alınmak istenmesi
* Osmanlı
Devleti’nin kapitülasyonlar ve Duyun-u Umumiye borçlarından kurtulmak istemesi
* Osmanlı Devleti’nin siyasi
yalnızlıktan kurtulmak istemesi
* Osmanlı
devlet adamlarının Almanya’nın desteğiyle ülkenin kalkınabileceğine inanmaları
gibi nedenler etkili olmuştur.
Osmanlı Devleti’nin Birinci
Dünya Savaşı’na girmesi sonucunda;
– Yeni cepheler açılmış ve
savaş alanı genişlemiştir.
– İngiltere Kıbrıs’ı
topraklarına kattığını açıklamıştır.
– Osmanlı Devleti tek taraflı
olarak kapitülasyonları kaldırdığını ilan etmiştir.
– Osmanlı Devleti birçok
cephede birden savaşmak zorunda kalmıştır.
– Osmanlı
toprakları İtilaf Devletleri arasında yapılan gizli antlaşmalarla
paylaşılmıştır.
Osmanlı Devleti
I. Dünya Savaşı’nda Kafkasya, Çanakkale, Irak, Suriye-Filisten, Yemen-Hicaz,
Kanal, Galiçya, Romanya ve Makedonya Cephelerinde savaşmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nın Genel Sonuçları
* Osmanlı,
Almanya ve Avusturya - Macaristan İmparatorlukları ile Rus Çarlığı
parçalanmıştır.
* Polonya,
Çekoslovakya, Yugoslavya, Litvanya, Macaristan ve Türkiye gibi yeni devletler kurulmuştur.
* Dünya barışını
korumak amacıyla Cemiyet-i Akvam (Milletler Cemiyeti) kurulmuş, sömürgeciliğin
yerini manda yönetimi almıştır.
* Sınırların
çizilmesinde “milliyetçilik” ilkesine dikkat edilmemesi azınlıklar sorununa
neden olmuştur.
* Cumhuriyet
rejimleri ağırlık kazanmış bazı ülkelerde rejim değişiklikleri olmuştur.
Almanya, Türkiye, Bulgaristan ve Avusturya’da Cumhuriyet Rusya’da ise sosyalist
yönetimler kurulmuştur.
* Osmanlı
İmparatorluğu’nun yıkılması, Almanya, Avusturya - Macaristan ve Rusya’daki
değişiklikler Orta Doğu ve Avrupa’da dengelerin bozulmasına ve otorite
boşluğuna neden olmuştur.
* İngiltere
ve Fransa en önemli rakipleri Almanya’yı safdışı ettiler. Savaştan en kârlı
çıkan devlet İngiltere olmuş, Almanya gücünü
yitirmiştir.
*
Ümmetçilik anlayışı sona ermiş, Araplar Osmanlı Devleti’nden ayrılmıştır.
*
İlk kez kimyasal silahlar, denizaltı ve tanklar bu savaşta kullanılmıştır.
Kimyasal
silahların ve uçakların kullanılması sivil savunma teşkilatının kurulmasında
etkili olmuştur.
* Savaş
sonunda Almanya’ya çok ağır şartlarda antlaşma imzalatılması ve İtalya’ya savaş
içerisinde vaadedilen toprakların verilmemesi İkinci Dünya Savaşı’na neden olmuştur.
18) Mondros
Ateşkesi ve Sonrasındaki Gelişmeler
Mondros Ateşkes Anlaşması
1. Çanakkale
ve İstanbul Boğazları açılacak, Karadeniz’e serbestçe girişin sağlanması
yanında, buralardaki istihkamlar müttefikler tarafından işgal edilecektir.
*
Osmanlı Devleti’nin siyasi varlığı ve İstanbul tehdit aldına girmiştir.
* Anadolu ve
Rumeli topraklarının bağlantısı kesilerek Osmanlı Devleti’nin toprak bütünlüğü bozulmuştur.
2. Sınırların
korunması ve iç güvenliğin sağlanması için gerekli görülecek askerlerin fazlası
terhis edilecektir. Askeri kuvvetin sayısı Osmanlı Devleti ile İtilaf
Devletleri arasında yapılacak görüşmelerden sonra kararlaştırılacaktır.
Osmanlı Devleti,
askeri yönden savunmasız bir duruma getirilmiştir. Bu durum İtilaf
Devletleri’nin işgallerini kolaylaştırmış ve Türk halkının silahlanarak
direnişe geçmesine neden olmuştur.
3. İtilaf
Devletleri güvenliklerini tehdit edecek bir durum ortaya çıktığında herhangi
stratejik bir noktayı işgal edebilecektir.
*
Ateşkesin en tehlikeli maddesidir.
* İtilaf
Devletleri’nin istedikleri takdirde bütün Anadolu topraklarını ve stratejik
noktaları işgal edebileceklerini göstermektedir.
* İtilaf
Devletleri işgalleri bu maddeye dayanarak yapmışlar ve Wilson İlkelerine de
ters düşmekten kurtulmuşlardır.
4. Hükümet haberleşmeleri
dışındaki bütün haberleşme istasyonları (telsiz, telgraf ve kablo) İtilaf
Devletleri’nin denetimine verilecektir.
Bu maddeyle;
* İtilaf
Devletleri bütün haberleşme hatlarını ele geçirerek kendilerine karşı
yapılabilecek organize hareketleri zamanında öğrenmeyi ve direnişleri
bastırmayı amaçlamışlardır. Ayrıca, bütün istasyonların İtilaf Devletleri’ne
bırakılması Anadolu topraklarının bütünüyle işgal edilebileceğinin belirtisidir.
* İtilaf
Devletleri haberleşme araçlarını ellerinde bulundurarak işgaller karşısında
tepkilerin genişlemesini önlemek istemişlerdir.
5. İtilaf Devletleri bütün
liman ve tersanelerden faydalanabileceklerdir.
6. Toros tünelleri,
demiryolları ve deniz işletmeleri İtilaf Devletleri’ne bırakılacaktır.
7. Denizciliğe,
askerliğe ve ticarete ait maddelerin ve malzemelerin tahribi önlenecektir.
5. 6. ve 7.
maddelerle İtilaf Devletleri, ağır ekonomik yükümlülükler koyarak Osmanlı
Devleti’nin ekonomik bağımsızlığını elinden almıştır. Böylece, ayakta
duramayacak olan Osmanlı Devleti’ni kendilerine bağımlı hale getirmeye
çalışmışlardır.
Vilâyat-ı Sitte’de
(Erzurum, Van, Diyarbakır, Elazığ, Sivas, Bitlis) herhangi bir karışıklık
çıktığında İtilaf Devletleri bu illeri işgal edebileceklerdir (Ateşkesin 24.
maddesi).
24. maddenin
İngilizce metninde altı vilayet “Six Armenian Vilayets” altı Ermeni vilayeti olarak
geçmektedir. Bundan hareketle bu şehirlerin Ermenilere verileceği ve bölgede
Ermeni Devleti’nin kurdurulacağı sezilmektedir. Ermeniler korunarak ileride
kurulması planlanan Ermeni Devleti’ne ortam hazırlanmaya çalışılmıştır. Osmanlı
devleti,Mondros Ateşkesi'ni imzalayarak kayıtsız şartsız İtilaf Devletleri'ne
teslim olmuş ve fiilen sonra ermiştir.Bu durumda Osmanlı Devleti çökmüş ,galip
devletlerin hakkında vereceği klarara razı olmuş ve Anadolu'nun isgalini
kapulenmiştir. İngiltere ise,tek başına ateşkesi imzalayarak Fransa ve
İtalya'ya üstünlük sağlamıştır.
İşgallerin Başlaması
İtilaf
Devletleri, Mondros Ateşkesi’nin hemen ardından Birinci Dünya Savaşı sırasında
imzalanan gizli antlaşmaları yürürlüğe koymak için işgallere başladılar:
13 Kasım 1918’de
60 parçadan oluşan İtilaf Devletleri’nin donanması İstanbul’a geldi. Böylece Osmanlı
Devleti’nin başkenti fiilen işgal edildi ve Osmanlı Hükümeti, İtilaf
Devletleri’nin denetimine girdi. İtilaf Devletleri bir yandan da Boğazları
işgal ederek bu bölgeye yerleştiler.
Osmanlı Devleti’ni Paylaşma Tasarıları
Birinci Dünya
Savaşı’nın devam ettiği yıllarda, Osmanlı Devleti’nin yıkılmak üzere olduğunu
gören İtilaf Devletleri, aralarında yaptıkları gizli antlaşmalarla Osmanlı
topraklarını paylaştılar.
Birinci Dünya
Savaşında İtilaf Devletleri arasında yapılan gizli anlaşmaları Rusya'daki Bolşevikleri
dünya kamuoyuna duyurdular.Bu nedenler gizli anlaşmaların uygulanması zorlaştı.
Rusya 'nın savaştan çekilmesinden sonra paylaşım planları değişikliğe
uğramamış,İtilaf Devletleri,Rusya'ya bırakınlan yerlerden Boğaları ortak
yönetmeyi ,Doğu Anadolu'^yu parçalayıp buralarda yeni devletler kurmayı ve
Ermenilere toprak vermeyi kararlaştırmışlardır. Gizli anlaşmalarla en büyük
tepki Wilson İlkelerinin yayınlanmasıdır.Mondros'tan sonraki işgaller gizli
anlaşmaların sonucudur.
İzmir’in İşgali ve Sonuçları
Yunanlılar İtilaf Devletleri’nin
koruyuculuğu altında 15 Mayıs 1919’dan itibaren
İzmir’i işgale başlamıştır.
Rumların çılgın
tezahüratları arasında İzmir’e giren Yunan kuvvetlerine ilk kurşunu atan
gazeteci Hasan Tahsin, Batı cephesinde ilk Türk direnişini başlatmıştır.
Yunanlılar
İzmir’e girdikten sonra birçok insanı öldürmüşler, subay ve sivil memurları
tutuklamışlar ve halka kötü muamele yapmışlardır.
İzmir’in İşgalinin Sonuçları
1. Yunanlılara
karşı silahlı direniş başlamış, Redd-i İlhak Cemiyeti’nin çalışmalarıyla
Kuvay-ı Milliye teşkilatları kurulmuştur.
2. İzmir’e
asker çıkaran Yunanlılar bölgede işgallere ve katliamlara başlamışlardır.
3.
Yerli Rumların taşkınlıkları artmış ve şehir Rumlar tarafından yağmalanmıştır.
4. Anadolu’nun
değişik yerlerinde İzmir’in işgalini protesto için mitingler yapılmıştır.
5. İzmir’in
işgal edilmesi tehlikenin ne kadar büyük ve yakın olduğunu ortaya koymuş ve
Kurtuluş Savaşı’nın başlamasını hızlandırmıştır.
Milli Cemiyetler
Trakya Paşaeli
Cemiyeti
2 Aralık 1918’de
Edirne’de kurulmuştur. Amacı mütarekeden sonra azınlıkların taşkınlıkları ve
işgaller karşısında Trakya’da yaşayan Türklerin haklarını koruyup, direnişi
sağlamak ve gerekirse silahla karşı koymaktı.
İzmir Müdafaa–i Hukuk–u Osmaniye Cemiyeti
2 Aralık 1918’de
kurulmuştur. Cemiyet İzmir’in Yunanlılara verilmesini engellemeye, İzmir’in
Türklüğü hakkında propaganda yoluyla dünya kamuoyunu inandırmaya ve haklarını
korumaya çalışmıştır.
İzmir Redd-i İlhak Cemiyeti
İzmir’de kurulan
bu cemiyetin ilk adı “Müdafaa-i Vatan Heyeti” dir. İzmir’in işgalinden bir gün
önce Redd-i İlhak Cemiyeti adını almıştır. Cemiyetin amacı; İzmir’in haksız
olarak Yunanistan tarafından işgalini önlemek, İzmir ve çevresinin Türklere ait
olduğunu dünyaya duyurmaktı. İzmir’in işgalinden sonra silahlı direnişe geçen
Redd-i İlhak Cemiyeti’nin çalışmalarıyla Kuvay-ı Milliye birlikleri kuruldu.
Ayrıca cemiyet Balıkesir ve
Alaşehir Kongrelerinin toplanmasında etkili olmuştur.
Şark Vilayetleri (Doğu Anadolu) Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti
Cemiyet ilk önce Doğu illerindeki Müslüman halkın haklarını korumak
amacıyla İstanbul’da kuruldu. 10 Mart 1919’da “Erzurum Müdafaa-i Hukuk” şubesi
açıldı. Erzurum Müdafaa-i Hukuk şubesi, Doğu Anadolu’nun Ermenistan’a
verilmesini engellemek amacıyla hızla örgütlenmeye ve çevre illerle ilişki
kurmaya başladı.
Ayrıca cemiyet
Ermenilerle mücadele etmek, Doğu illerinde Türklerin Ermenilere sayıca üstün
olduğu kadar tarih, kültür ve uygarlık yönüyle de üstün olduğunu kanıtlamak
için Fransızca Le Pays, Türkçe Hâdisât ve Albayrak gazetelerini çıkarmış, bu
bölgeden göç edilmemesi, bilim, iktisat ve din alanlarında teşkilatların
kurulması, bölgenin saldırılara karşı korunması, bölgenin haklarının
savunulması gibi kararlar almıştır.
Trabzon Muhafaza-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti
Trabzon ve yöresine yönelik Rum Pontus Devleti’nin kurulmasını engellemek
ve Ermeni iddialarına karşı bölge halkının haklarını savunmak amacıyla
Trabzon’da kuruldu.
Kilikyalılar Cemiyeti
Fransız ve
Ermenilerin Adana ve çevresindeki emellerine ve işgallerine karşı 21 Aralık
1918’de Ali Fuat Paşa’nın girişimleriyle İstanbul’da kuruldu. Cemiyet,
Adana’nın Fransız işgaline karşı savunulmasında etkili olmuştur.
Milli Kongre Cemiyeti
II.
Meşrutiyet döneminde Türkçülük fikrini ve Türk
milliyetçiliği hareketini Milli Eğitim vasıtalarıyla yaymak amacıyla kurulan
“Milli Talim ve Terbiye Cemiyeti” üyeleri tarafından 29 Kasım 1918’de
İstanbul’da kuruldu. Partiler üstü bir cemiyet olarak kurulan Milli Kongre
Cemiyeti’nin amacı; Türkler hakkında dünyada yapılmış ve yapılmakta olan
propagandalara yayın yoluyla karşı koymak ve Türk milletinin
haklarını, tarihi
vazifelerini, medeni vasıflarını belirtmekti. 1919 yılında Milli Kongre Türkler
hakkında tanınmış yazarların sözlerini, dünya kamuoyunda Türklerin durumu ve
Ermenilerin Müslümanlara yaptıkları zulümler hakkında vesikalar ve Fransızca
eserler yayımlayarak etkili olmuştur.
Sivas Kongresi'ne
kadar birbirlerindn kopuk ve bağımsız hareket eden Milli Cemiyetker, Sivans
Kongre'sinde Anadolu ve Rumeli Müdafa-i Hukuk Cemiyetleri adıyla tek çatı
altında birleştirilmişlerdir.
19) Kurtuluş
Savaşı’na Hazırlık Dönemi
Kuvay-ı Milliye Hareketinin Başlaması ve Batı Cephesi’nin Kurulması
Kuvay-ı Milliye birliklerinin
kurulmasında;
* Osmanlı
Devleti’nin Birinci Dünya Savaşı’ndan yenik çıkması ve Mondros Ateşkes
Anlaşması uyarınca Türk ordusunun terhis edilmesi
*
Osmanlı hükümetlerinin Türk halkının can ve mal güvenliğini koruyamaması
* İtilaf
Devletleri’nin Mondros Ateşkes Anlaşması’nın hükümlerini tek taraflı
uygulayarak Anadolu’yu yer yer işgal etmeleri
gibi nedenler etkili olmuştur.
İşgallere karşı
ilk silahlı direniş hareketi Güney Cephesi’nde (Dörtyol’da) Fransızlara karşı
başladı.
Kuvay-ı Milliye birliklerinin
kaldırılmasında;
*
İşgalleri kesin olarak durduramamaları
* Hukuk
devleti anlayışına ters davranarak suçlu gördükleri üyelerini kendileri
cezalandırmaları
* İhtiyaçlarının
karşılanmasında zaman zaman halka baskı yapmaları
* Anadolu’nun
kesin olarak işgallerden kurtarılmak istenmesi gibi nedenler etkili olmuştur.
Kuvay-ı Milliye’nin Milli Mücadeleye Sağladığı
Yararlar ve Özellikleri
1. Yunan ordularının Anadolu’da
rahatça ilerlemelerini engellemişlerdir.
2.
Türk köylerini Rum ve Ermeni çetelerin saldırılarına karşı korumuşlardır.
3. İç ayaklanmaları bastırmışlardır.
4.
Düzenli ordunun kurulması ve teşkilatlanması için zaman kazandırmışlardır.
5. Kuvay-ı
Milliye birlikleri arasında ilişki az olup, kendi bölgelerini kurtarmaya
çalışmışlardır. Ayrıca, Milli Mücadele’nin ilk silahlı direniş gücü olmuşlardır.
6. Ulusal bilincin uyanmasını sağlamışlardır.
Genelgeler ve Kongreler
Havza Genelgesi
28 Mayıs’ta mülki ve askeri amirlere gönderdiği genelgeyle;
*
Büyük ve heyecanlı mitinglerle işgallerin protesto edilmesi
* Gösteriler
sırasında düzenin korunmasına dikkat edilmesi ve Hristiyan halka karşı saldırı
ve düşmanlık yapılmamasına önem verilmesi
* Büyük
devletlerin temsilcilerine ve İstanbul Hükümeti’ne uyarı telgraflarının
çekilmesi
gibi isteklerde
bulunmuştur. Havza Genelgesi’nden sonra Anadolu’nun birçok yerinde işgalleri ve
işgalcileri protesto eden mitingler düzenlendi. Bu durum Havza Genelgesi’nin
etkili olduğunu göstermektedir.
Amasya Genelgesi ve Esasları
1. Vatanın bütünlüğü, milletin
bağımsızlığı tehlikededir.
Bu maddeyle;
*
Kurtuluş Savaşı’nın gerekçesi belirtilmiştir.
* Resmi bir
belgeyle vatanın içinde bulunduğu kötü durum millete duyurulmuştur.
*
Bölgesel kurtuluşu çare olarak gören vatanseverlere uyarı yapılmıştır.
* Vatanın
kurtuluşu için milletçe birlik ve beraberlik içinde çalışmaların yapılmasının
gereği ortaya konulmuştur. Böylece Türk milleti ulusal bağımsızlık ve egemenlik
mücadelesine çağırılmış, işgal güçlerine karşı
çıkılmıştır.
2. İstanbul Hükümeti
üzerine aldığı sorumluluğu yerine getirememektedir. Bu durum milletimizi yok
duruma düşürmektedir.
Bu maddeyle;
* İstanbul
Hükümeti’ne ilk defa karşı çıkılarak görevini yerine getiremediği millete
duyurulmuştur.
* Kurtuluş
Savaşı’nın gerekçelerinden biri de İstanbul Hükümeti’nin millete karşı görevini
yerine getirememesi olarak açıklanmıştır.
3. Milletin bağımsızlığını yine
milletin azmi ve kararı kurtaracaktır.
Bu maddeyle;
*
Kurtuluş Savaşı’mızın yöntemi belirtilmiştir.
*
Yönetim şeklinin değiştirileceği ima
edilmiştir.
* Millet
egemenliğinden ilk defa Amasya Genelgesi’nde bahsedilmiş ve milli egemenlik
için ilk adım atılmıştır.
* Kurtarıcı
olarak padişah, halife ve manda yönetiminin yerini milliyetçilik duygusu almıştır.
*
Türk inkılâbının evrensel bir nitelik taşıdığı ortaya konulmuştur.
*
Hem padişaha hem de işgalci güçlere isyan edilmiştir.
4. Ulusun
durumunu ve davranışını göz önünde tutmak ve haklarını duyurmak için her türlü
tesir ve kontrolden uzak ulusal bir heyetin oluşturulması gereklidir.
*
Kurtuluş Mücadelesi kişisellikten çıkarılarak kurumsallaştırılmaya çalışılmıştır.
* Mustafa
Kemal Paşa, yeni bir parlamentonun (TBMM) toplanmasını ve bu kurulun kesinlikle
ulusu temsil etmesini istemiştir. Ancak Osmanlı hanedanının ülkede tek egemen
güç olduğunu kafalarından atamayan kişiler Osmanlı anayasasına göre seçim
yapılmasını ve padişahın emriyle Mebuslar Meclisi’nin toplanmasını
istemişlerdir. Nitekim TBMM’nin açılmasından önce Osmanlı Mebuslar Meclisi toplanmıştır.
5. Anadolu’nun
her bakımdan en güvenli yeri olan Sivas’ta milli bir kongre toplanacaktır.
* Milli bir
kongre toplanarak milli birlik ve beraberlik sağlanmak istenmiş, ulusal
cemiyetlerin birleştirilmesi düşünülmüştür.
* Türk
milletinin geleceğinin Anadolu’nun her tarafından gelecek delegelerle
belirlenmesi düşünülmüştür.
* İstanbul
Hükümeti’ne karşı milli bir hükümetin kurulmasına ortam hazırlanmıştır.
Nitekim, Sivas Kongresi’nde Temsil Heyeti’nin yetkileri genişletilerek hükümet
görevini üstlenmesi bunun bir sonucudur.
6. Bütün
sancaklardan halkın güvenini kazanmış üç delegenin olabildiğince çabuk Sivas’a
yetişebilmesi için hemen yola çıkarılması gerekmektedir. Sivas Kongresi’ne
katılacak temsilciler Müdafaa-i Hukuk, Redd-i İlhak ve Belediyelerce
seçilecektir.
* Kararların
halkın istekleri doğrultunda alınması amaçlanmıştır. Ayrıca ulus iradesine
saygılı olunacağı ortaya koyulmuştur.
* Milletin
güvenini kazanmış, Milli Mücadele taraftarı kişilerin seçilmesine
çalışılmıştır.
*
Milli cemiyetler ve yerel idareler etkin duruma getirilmiştir.
7. Herhangi
bir kötü durumla karşılaşılabileceği düşünülerek bu genelge ulusal bir sır
olarak tutulmalı, delegeler gerekli görülen yerlerde değişik adlarla yolculuk
yapmalıdır.
Bu karar ile Milli Mücadele
başlama aşamasında İtilaf Devletleri, azınlıklar ve
İstanbul Hükümeti’nden saklanmaya
çalışılmıştır.
Erzurum Kongresi
Doğu Anadolu
Müdafaa–i Hukuk Cemiyeti tarafından düzenlenen Erzurum Kongresi’nin
toplanmasında;
* Mondros
Ateşkesi’nin 24. maddesine göre; doğu vilayetlerinin İtilaf Devletleri’nin
tehdidi altına girmesi
* Doğu
bölgelerinde kurulması planlanan Ermeni Devleti’ni engellemek gibi nedenler
etkili olmuştur.
Erzurum Kongresi Kararları ve Önemi
1. Milli sınırlar içinde vatan
bir bütündür, asla parçalanamaz.
* Erzurum
Kongresi’nin bu maddesi Misak-ı Milli’de de yer almıştır. İlk defa milli
sınırlardan bahsedilmiştir.
* Türk
vatanının bölünmez bir bütün olduğu ilan edilerek topraklarımızı işgal etmek
isteyen güçlerin emperyalist oldukları belirtilmiştir.
* Bütün Türk ulusunu ve
memleketlerini ilgilendiren ulusal bir karar
alınmıştır.
2. Her türlü
yabancı işgal ve müdahalesine Osmanlı Devleti’nin dağılması halinde millet
birleşerek karşı koyacaktır.
Bu kararla;
işgalci güçlere karşı güç oluşturmak için Doğu illerindeki yararlı cemiyetler
Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin bünyesinde toplanmıştır.
3. Osmanlı
Hükümeti vatanın bağımsızlığını sağlayamaz ve koruyamazsa geçici bir hükümet
kurulacaktır. Bu hükümet milli kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplanmış
değilse, bu seçimi Temsilciler Kurulu yapacaktır.
*
İlk defa yeni bir hükümetin kurulmasından bahsedilmiştir.
* Herhangi
bir şekilde Doğu Anadolu’nun gözden çıkarılması halinde doğuda kurulacak geçici
hükümet, yürürlükteki yasalara göre devlet işlerini sürdürecek asker-sivil tüm
makamlar ve memurlar bu geçici yönetime bağlı
olacaktır.
* Anadolu’da
ulusal bir devletin yürütme gücü olan ulusal bir hükümet kurma konusundaki
niyet ve inanç ortaya konulmuştur.
4. Osmanlı
ülkesinin bütünlüğünün ve ulusal bağımsızlığının sağlanması, saltanat onurunun
ve hilafetin korunması için milli kuvvetleri etkili, milli iradeyi hakim kılmak
temel ilkedir.
*
Millet egemenliğinin koşulsuz olarak gerçekleştirileceği belirtilmiştir.
* Kuvay-ı
Milliye adını taşıyan teşekküllerin milli iradeyi hakim kılacağı açıklanmıştır.
*
Padişahın korunması kongrede kabul edilmiştir.
5. Her türlü
toprakları ele geçirme Rumluk ve Ermenilik kurulması amacına yönelik
sayılacağından topluca savunma ve toplumsal dengemizi bozacak şekilde Hristiyan
azınlıklara yeni birtakım ayrıcalıklar verilmesi kabul edilmeyecektir. Ancak
Osmanlı yasalarıyla ülkemizdeki azınlıklara verilen mal, can ve namus
güvenliğine tamamen saygılı kalınacaktır.
6. Manda ve himaye kabul olunamaz.
Bu maddeyle,
Mondros Ateşkesi’nden sonra Anadolu’da ve İstanbul’da bazı çevreler Amerikan,
bazı çevreler de İngiliz mandasını istemekteydi. Manda ve himaye fikri ilk defa
Erzurum Kongresi’nde reddedilmiştir. Herhangi bir devletin himayesinin kabul
edilemeyeceği ve Türk ulusunun koşulsuz bağımsız olacağı belirtilmiştir.
7. Ulusal
irade ve toplanan ulusal güçler padişahlık ve halifelik makamını kurtaracaktır.
Ulusal egemenlik
anlayışına ters düşen bu kararın alınmasının temel nedeni ortamın böyle bir
değişikliğe hazır olmamasıdır.
8. Mebuslar
Meclisi’nin derhal toplanmasına ve hükümetin yaptığı işlerin milletçe
kontrolüne çalışılacaktır.
*
Bu karar ulus egemenliğine önem verildiğini göstermektedir.
* Mebuslar
Meclisi’nin açılması istenmiş ve İstanbul Hükümeti’nin faaliyetleri denetim
altına alınmaya çalışılmıştır.
9. Ulusal
bağımsızlığımıza saygılı ve ülkemizi ele geçirme amacı taşımayan herhangi
devletin teknik, sanayi ve ekonomik yardımı kabul edilebilir.
Bu maddeyle; Erzurum Kongresi’nde yalnızca iç politikayı ilgilendiren
ilkeler değil, bazı dış politika ilkeleri de belirlenerek ilan edilmiştir. Bu
da Erzurum Kongresi’nin meclis gibi hareket ettiğini göstermektedir.
Sivas Kongresi ve Önemi
1. Erzurum Kongresi kararları
bazı değişiklik ve ilavelerle kabul edilmiştir.
Bu maddeyle; Erzurum Kongresi kararları milli bir kongre tarafından
onaylanarak bütün ulusa maledilmiştir. Erzurum Kongresi kararları
bölgesellikten çıkmıştır.
2. Ulusal
direnmeyi gerçekleştirmek için kurulan dernekler “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti” adıyla birleştirilmiştir.
* Ulusal
güçler birleştirilerek yönetimi tek elde toplanmıştır. Yine bu kongrede Milli
Mücadele liderini (Mustafa Kemal Paşa) bulmuştur.
* Sivas
Kongresi’ne katılan Türk ulusunun temsilcileri işgalcilere karşı ayrı ayrı
yapılan savunma yerine milletçe savunma ve direnme kararı almıştır.
3. ABD veya İngiltere’nin
koruyuculuğu (mandası) reddedilmiştir.
Amerikan mandası
Sivas Kongresi’nde en fazla tartışılan konu olmuştur. Kongreye katılan 38
üyeden 25’i manda sistemini istemiştir. Ancak manda yönetimi ulusal
bağımsızlığa ve egemenliğe ters düşmesinden dolayı Erzurum Kongresi’nden sonra
bir daha reddedilmiştir.
4. Devletin ve
milletin bağımsızlığı, vatanın bütünlüğü zedelenmemek kaydıyla herhangi bir
devletten ekonomik yardım alınabileceği kabul
edilmiştir.
5. Temsilciler
Kurulu’nun yetkileri bütün vatanı temsil edecek şekilde genişletilmiştir.
* Milli
Mücadelenin yürütme yetkisi, ülke içinde ve dışında siyasi ve idari kararlar
alabilme görevi Temsilciler Kurulu’na verildi. Temsilciler Kurulu yürütme
yetkisini ilk olarak Ali Fuat Paşa’yı Batı Anadolu Kuvay-ı Milliye
Kumandanlığına tayin ederek kullanmıştır.
* Sivas
Kongresi’nden sonra Temsilciler Kurulu İstanbul Hükümeti’ne bağlı olmadığını
göstermek için Anadolu’ya atanan komutan ve valileri kabul etmemiş, yönetim açısından
ilişkileri ve haberleşmeyi kesmiştir.
6. Osmanlı
Mebuslar Meclisi’nin toplanması için çalışmalara devam edilmesi
kararlaştırılmıştır.
Bu maddeyle;
Osmanlı yönetimi ulus iradesiyle birleştirilmeye çalışılmıştır. Meclisin
açılmasına çalışılması kongrenin ulus egemenliğine verdiği önemi
göstermektedir. Sivas Kongresi'nin sonucunda;
* Sivas
Kongresi ülkenin çeşitli yerlerinden seçimle gelen delegelerin katılmasıyla
toplanmış milli bir kongredir.
Damat Ferit Hükümeti’nin İstifa Etmesi
Sivas
Kongresi’nden sonra harekete geçen Temsilciler Kurulu, Damat Ferit Hükümeti’yle
mücadeleye karar verdi. Anadolu ile İstanbul arasındaki ilişkiler ve haberleşme
kesildi (12 Eylül 1919). Bu gelişmeler karşısında çaresiz kalan Damat
Ferit Paşa Hükümeti istifa etti (30 Eylül 1919). Yeni hükümeti Milli
Mücadeleye karşı ılımlı olan Ali Rıza Paşa kurdu (2 Ekim 1919). Yeni hükümette
görev alan kişilerin Türkiye’nin bütünlüğünü ve bağımsızlığını isteyenlerden
oluşması Milli Mücadelecilerle ilişkilerin artmasına ve görüş alışverişine
ortam hazırlamıştır.
Ali Rıza Paşa
Hükümeti’yle Temsilciler Kurulu Arasındaki İlişkiler ve Amasya Görüşmeleri
20 - 22 Ekim
tarihleri arasında yapılan görüşmelere Temsilciler Kurulu adına Mustafa Kemal
Paşa, İstanbul Hükümeti adına Bahriye Nazırı Salih Paşa katıldı. İki taraf
arasında şu konularda karara varıldı:
1. Türk
vilayetleri düşmana terk edilmeyecek, hiçbir şekilde manda ve himaye kabul
edilmeyecek, Türk vatanının bütünlüğü ve bağımsızlığı korunacaktır.
2. Anadolu ve
Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, hukuki bir kuruluş olarak İstanbul
Hükümeti’nce tanınacaktır.
3. Meclis-i
Mebusan’ın İstanbul’da toplanmasının güvenlik açısından uygun olmadığı kabul edilecektir.
Amasya’da
anlaşmaya varılamayan tek konu, yapılacak seçimlerden sonra Meclis- i
Mebusan’ın nerede toplanacağı idi. Mustafa Kemal Paşa İstanbul’da toplanacak
Mecliste ulusal iradenin hür olarak ortaya konulamayacağı ve milli kararların
alınamayacağı inancındaydı. Mustafa Kemal Paşa’nın haklılığı İstanbul’un İtilaf
Devletleri tarafından resmen işgal edilmesiyle ortaya çıkmıştır (16 Mart 1920).
Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin
Toplanması ve Misak–ı Milli Kararları
Hazırlıklar
tamamlandıktan sonra 12 Ocak 1920 İstanbul’da Osmanlı Mebuslar Meclisi’inde
toplanarak çalışmalarına başladı. 28 Ocak 1920 ‘de Meclis-i Mebusan gizli
oturumda Türk milleti için çok önemli olan Misak-ı Milli’yi kabul etmiştir.
Misak-ı Milli Kararları
1. Osmanlı
Devleti’nin Mondros Mütarekesi’ni imzaladığı 30 Ekim 1918 tarihinde düşman
ordularının işgali altında bulunan Arap memleketlerinin durumu, halkın
serbestçe vereceği oya göre belirlenmelidir. Bu mütareke hududu içinde Türk ve
İslâm çoğunluğu bulunan toprakların tümü, hiçbir şekilde ayrıcalık kabul etmez
bir bütündür.
* Vatanın
bölünmez bütünlüğü Mebuslar Meclisi’nde kabul edilerek belirlenen sınırlar
içindeki toprakları işgal eden devletlerle mücadele edileceği ortaya
konulmuştur.
2. Halkın
oyları ile anavatana katılan üç sancakta (Elviye-i Selase: Kars, Ardahan,
Batum) gerekirse halkoyuna başvurulmalıdır.
3. Türkiye ile
yapılacak barışa bırakılan Batı Trakya’nın hukuki durumunun tespiti de halkın
tam bir özgürlükle vereceği kararlara uygun
olmalıdır.
4. Hilâfet
merkezi ve Osmanlı Devleti’nin başkenti olan İstanbul ile Marmara Denizi’nin
güvenliği her türlü tehlikeden korunmalıdır. İstanbul ve Çanakkale Boğazlarının
dünya ticaret ve ulaşımına açılması konusunda bizimle diğer ilgili devletlerin
birlikte vereceği kararlar geçerlidir.
5. İtilaf
Devletleri ve bazı ortakları arasında kararlaştırılmış olan anlaşma esasları
dairesinde azınlıkların hakları, komşu memleketlerdeki Müslüman halkın aynı
haklardan yararlanmaları şartıyla tarafımızdan kabul edilecektir.
* Devletlerin
ve milletlerin eşitliği ortaya konulmuştur. Türkiye’deki azınlıklara
verilebilecek hakların ölçüsü belirtilmiştir.
*
Komşu memleketlerde kalan Müslüman halkın hakları korunmaya çalışılmıştır.
6. Milli ve
iktisadi gelişmemizi sağlamak amacıyla tam bir serbestiyet sağlanması, siyasi,
adli ve mali gelişmemize engel olan sınırlamaların kaldırılması gerekir. Hissemize
düşecek borçların ödenmesi de bu esasa aykırı
olmayacaktır.
* Osmanlı
Devleti’nin Avrupalı devletlere vermiş olduğu siyasi, adli, mali imtiyazlara
(kapitülasyonlara) ilk defa karşı çıkılmıştır.
* Türkiye’nin
gelişmesi ve güçlenmesini engelleyen faktörler ortadan kaldırılmaya çalışılmıştır.
Son Osmanlı Mebusan Meclisi’nin Misak–ı Milli’yi kabul ve ilan etmesi,
İstanbul’un ulusal hareketi benimsediğini ve Meclis kararıyla bunu hukuken
sağlamlaştırdığını ortaya koymuştur.
İstanbul’un Resmen İşgali ve Mebusan Meclisi’nin
Dağıtılması
Osmanlı Mebuslar
Meclisi’nin açılmasına ses çıkarmayan İtilaf Devletleri, Mebuslar Meclisi’nin
açılmasıyla hükümet ve padişahın yönetime egemen olacağını umuyorlardı. Ancak
kendi istek ve görüşlerinin dışında kararların çıkması üzerine İtilaf
Devletleri, tavırlarını değiştirerek müdahaleye başladılar. İtilaf Devletleri
15 Mart’ta 150 kadar aydını tutukladıktan sora 16 Mart 1920’de İstanbul’u
resmen işgal ettiler.
İstanbul’un Resmen İşgalinin Sonuçları
*
İstanbul’un işgali Mustafa Kemal Paşa’yı görüşlerinde haklı çıkarmıştır.
* İtilaf
Devletleri’nin İstanbul’u resmen işgal etmeleri, Mustafa Kemal Paşa’ya Ulusal
Mücadeleyi padişah adına yürüttüğünü söyleme olanağı sağlamıştır.
* İstanbul’dan
kaçan aydın, asker ve milletvekilleri Milli Mücadeleye ve daha sonra açılacak
olan TBMM’ye katıldılar. İstanbul’un işgali Anadolu hareketine katılımları artırmıştır.
* Padişah
dört ay sonra tekrar seçim yapmak üzere Meclisi 11 Nisan 1920’de feshetti.
* İtilaf
Devletleri’nin Mebuslar Meclisi’ni kapattırmaları milli iradeyi yok etmeyi
amaçladıklarını göstermektedir.
* Osmanlı
Mebusan Meclisi’nin kapanması, Mustafa Kemal Paşa’ya Ankara’da TBMM’yi açma
olanağı sağlamıştır.
20) TBMM Dönemi
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin Açılması
Mebuslar Meclisi
Misak-ı Milli’yi ilan edince Anlaşma Devletleri İstanbul’u işgal ederek
Meclis’in çalışmalarını engellediler (16 Mart 1920).
Mustafa Kemal
Paşa, Mebuslar Meclisi’nin bu şekilde sona erebileceğini tahmin ediyordu.
Derhal kapanan meclisin yerine yeni bir meclisin açılması için çalışmalara
başladı. 19 Mart 1920'de bir genelge yayınlayarak Ankara’da olağanüstü
yetkilere sahip bir meclisin toplanacağını, bunun için hemen seçimlerin
yapılmasını, her sancaktan beş üyenin seçilerek 15 gün içerisinde Ankara’ya
gönderilmesini istedi.
Mustafa Kemal
Paşa Meclisin yetkileri ve hükümetin kurulması konusundaki görüşlerini bir
önerge şeklinde TBMM’ye sundu. 24 Nisan 1920'de kabul edilen önergeye göre;
1. Hükümet kurmak gereklidir.
2. Geçici
kaydıyla bir hükümet reisi tanımak veya padişah kaymakamı atamak doğru değildir.
3. Mecliste
toplanmış milli iradeyi vatanın geleceğine hakim kılmak temel ilkedir. TBMM’nin
üstünde güç yoktur.
4. TBMM yasama
ve yürütme yetkisine sahiptir. Meclisten ayrılacak bir heyet Meclise vekil
olarak hükümet işlerini görür. Meclis başkanı bu hükümetin de başkanıdır.
5. Padişah ve
halifenin durumu bulunduğu baskıdan kurtulduktan sonra Meclis tarafından
belirlenecektir. Önemi :
*
23 Nisan 1920'de TBMM’nin açılmasıyla yeni Türk Devleti kurulmuştur.
* TBMM’nin
üstünde güç olmadığı belirtilerek İstanbul Hükümeti yok sayılmıştır (3. madde).
* “Geçici bir
hükümet reisi tanımak doğru değildir.” maddesi ile Meclisin bağımsızlığı ve
devamlılığı belirtilmiştir (2. madde).
* İlk TBMM’de
“güçler birliği ilkesi” ve “Meclis Hükümeti sistemi” kabul edilmiştir (4. madde).
* “Türkiye
Büyük Millet Meclisi” adının kullanılması kurulan yeni devletin milliyetçi bir
karakter taşıdığını ve Türk milletine dayandığını ortaya koymaktadır.
*
TBMM, Mustafa Kemal Paşa’yı meclis başkanlığına seçti.
* ”Milli
Egemenlik” ilkesinin gerçekleştirilmesi yolunda önemli bir adım atılmıştır.
* Çoğunluğu
padişah ve halifeye bağlı olan bu insanları birleştiren temel amaç “Misak-ı
Milli’nin gerçekleştirilmesi” idi. Mustafa Kemal Paşa inkılâpları sonraya
bırakarak, öncelikle vatanın kurtarılmasını amaçlamış, böylece milli birliğin
korunmasını sağlamıştır.
* 30 Nisan’da
Mustafa Kemal Paşa, Avrupa devletlerinin dışişleri bakanlarına; TBMM’nin
kurulduğunu, yabancı hükümetlerin, İstanbul Hükümeti ile yaptıkları ve
yapacakları antlaşmaların Türk milletinin gerçek temsilcisi olan TBMM
tarafından tanınmayacağını bildirmiştir.
1921 Anayasası’nın Kabulü (Teşkilât-ı Esasiye)
20 Ocak 1921
tarihinde “Teşkilat-ı Esasiye Kanunu” adıyla Türk Devleti’nin ilk anayasası
olarak kabul edilmiştir.
1921 Anayasası’nın Önemli Maddeleri
1. Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.
2.
Yasama ve yürütme gücü TBMM’ye aittir.
3. Türkiye
Devleti, Büyük Millet Meclisi’nce yönetilir ve “TBMM Hükümeti” adını alır.
4. Şer’i hükümlerin yerine
getirilmesi TBMM’ye aittir.
5.
Büyük Millet Meclisi başkanı, hükümetin de başkanıdır.
6.
Kanun-u Esasi’nin Teşkilat-ı Esasiye ile çelişmeyen hükümleri geçerlidir.
7. Milletvekilleri
seçimi iki yılda bir yapılır. Eski Meclisin görevi yeni Meclis toplanıncaya
kadar devam eder.
Önemi
*
Yeni Türk Devleti’nin kuruluşunun hukuki ve siyasal bir belgesi olmuştur.
* Olağanüstü
şartlardan dolayı çabuk karar almak ve hemen uygulayabilmek için “güçler
birliği” ilkesi kabul edilmiştir (2. madde).
* Ulusal
egemenliğin tekliğine dayanarak İstiklâl Mahkemeleri meclis içinde kurulmuştur.
Böylece TBMM yargı gücünü de kullanmıştır.
* Dönemin
şartları içinde ulusal birliği zedelememek için devletin rejimi
belirtilmemiştir (1. ve 3. maddeler).
* Meclis hükümeti sistemi
kabul edilmiştir.
* “Şeriat
hükümlerinin yerine getirilmesi” görevinin TBMM’ye verilmesi devlet yönetimini
tek organda toplamayı amaçlamıştır. Bu durum 1921 Anayasası’nın “laik”
olmadığını göstermektedir (4. madde)
1921
Anayasa'sında en önemli değişiklikler 29 Ekim 1923 tarihinde gerçekleşmiştir.Bu
tarihte Cumhuriyet ilan edilerek devletin yönetim şekli belirlenmiş''Meclis Hükümeti''
sistemi yerine ''Kabine'' sistemine geçilmiştir.
Sevr Antlaşması ve Önemi
* Osmanlı
Devleti bu antlaşma ile başka devletlerin güdümü ve yönetimine bırakılmıştır.
* Bu antlaşma
ile I. Dünya Savaşı’nın galipleri Osmanlı topraklarını paylaşmışlardır.
* Türklere
hayat hakkı tanınmadığı gibi, azınlıklar çok geniş haklara sahip olmuşlardır.
* Osmanlı
Anayasası’na göre barış antlaşmalarının mutlaka Mebuslar Meclisi tarafından
onaylanması gerekliydi. Mebuslar Meclisi dağıtıldığından Sevr Antlaşması
onaylanmadı. Bu yüzden Sevr, hukuki bakımdan geçerli değildir.
Sevr Barış
Anlaşması'na TBMM'nin tepkisi çok sert oldu. Meclis bu barıı tanımadığını
açıkladı.Sevr'i imazalanlar ve onaylayanlar vatan haini sayıldı.
:Türk
milleti,yaptığı Kurtuluş savaşı'yla Sevr'in geçerliliğini Önlemiş ve Sevr
yerine Lozan Barış Anlaşması yapılmıştır.
21) Kurtuluş Savaşı
Doğu Cephesi
22 Haziran
1920'de Yunan saldırısının başladığı sırada, Doğuda da Ermeni saldırıları
sürekli artıyordu. Bu sırada Kızılordu’nun önünde Kafkasya yolu açılmıştı.
Rusların Kars ve çevresini işgali an meselesiydi. Kızılordu’nun Kafkasya’ya
girmesi üzerine TBMM Hükümeti taarruza karar verdi. 24 Eylül 1920'de
Ermenilerin saldırıya geçmesi üzerine Türk ordusu da karşı taarruza başladı.
Türk ordusu Misâk-ı Milli sınırlarına ulaşınca ilerleyişini durdurdu. Böylece
Kâzım Karabekir komutasındaki Türk ordusu amacına ulaştı.
Türk ordusunun
kazandığı başarılar Ermenilerin barış istemelerine neden oldu. Görüşmeler
sonunda Gümrü Antlaşması imzalandı.
Gümrü Antlaşması’yla,
*
Yeni Türk Devleti’nin uluslararası ilk siyasi başarısı Gümrü Antlaşması’dır.
*
Misak-ı Milli’nin bir kısmı gerçekleşmiştir.
* Ermenistan,
TBMM’nin siyasal varlığını kabul ederek antlaşma yapan ilk devlet olmuştur.
* Ermeniler,
Sevr’i tanımadıklarını belirterek, Türk topraklarındaki iddialarından
vazgeçmişlerdir.
* Gümrü
Antlaşması, dış ilişkilerimizi canlandırmıştır. Gürcistan ve Rusya ile
ilişkilerin kurulmasında etkili olmuştur.
Güney Cephesi
İskenderun,
Kilis, Antep, Maraş ve Urfa İngiliz, Mersin, Osmaniye ve Adana Fransız işgaline
uğradı (Ocak 1919).
İngilizlerin
çekilmesinden sonra Antep, Urfa ve Maraş Fransızlar tarafından işgal edildi.
Fransızlar, Mısır ve Suriye’den getirdikleri Ermenileri örgütleyip Türkler
üzerine
saldırılar düzenlettirdiler. Bu durum Fransızlara karşı büyük bir tepkinin
doğmasına neden oldu. Halk yaşadığı yerleri korumak amacıyla örgütlenmeye
başladı. Sivas Kongresi’nde Güneydoğu illerinde de “Kuvay-ı Milliye”
kurulmasına karar verildi.
Fransızlar,
halkın direnişi karşısında Urfa, Antep ve Maraş’ı elde tutmanın mümkün
olmadığını anladılar. TBMM’nin ardarda kazandığı askeri zaferlerle gerçeği
anladı. Sakarya Savaşı’ndan sonra Ankara Antlaşması’nı imzalayarak Anadolu’da
işgal ettikleri yerleri geri verdiler (20 Ekim 1921).
İtalyanlara karşı
bir direniş olmamış ve cephe açılmamıştır. Bunun nedeni İtalyanların Ege
bölgesinin Yunanlılara verilmesinden dolayı kırgınlık içinde bulunmaları ve
Kuvay-ı Milliye hareketini desteklemeleridir. İtalyanlar ileride ekonomik
açıdan sömürebilmek için halkla iyi geçinmeye çalıştılar. II. İnönü Savaşı’nın
kazanılmasından sonra işgal ettikleri yerleri terkettiler (5 Temmuz 1921).
Batı Cephesi
Birinci İnönü
Savaşı (6 - 10 Ocak 1921)
Savaşın Nedenleri;
*
Türk ordusunun güçlenmesini engellemek
*
Çerkez Ethem Ayaklanması’ndan yararlanmak
*
TBMM Hükümeti’ne Sevr Barış Antlaşması’nı kabul ettirmek istemişlerdir.
Yunanistan ile
yeni Türk devleti arasında yapılan savaşı, yeni kurulan Türk düzenli ordusu
kazanmıştır.
Savaşın Sonuçları
1. Türk milletinin düzenli
orduya olan güveni artmıştır.
2.
TBMM, bu zaferden sonra Londra Konferansı’na davet edilmiştir.
3. Zaferden
sonra Afganistan’la dostluk ve yardımlaşma anlaşması, Rusya ile Moskova
Antlaşması imzalanmıştır.
Londra Konferansı (23 Şubat-12 Mart 1921)
I. İnönü
Savaşı’nın kazanılması üzerine İngilizler de TBMM gerçeğini kabul etmek zorunda kaldılar.
İtilaf
Devletleri, İstanbul Hükümeti’ni Londra Konferansı’na davet ettiler. İstanbul
Hükümeti’nin göndereceği delegeler arasında M. Kemal’in ya da M. Kemal’in yetki
verdiği birisinin de yer almasını istediler. Bu davranışlarıyla TBMM
Hükümeti’ni tanımadıklarını göstermek istemişlerdir.
Londra Konferansı’nın Sonuçları
* İtilaf
Devletleri, TBMM Hükümeti’ni konferansa çağırmakla onun varlığını hukuken tanımışlardır.
* Sevr Barış
Antlaşması’nın çeşitli hükümleri tartışma konusu yapılmaya başlamıştır.
* TBMM
Hükümeti, bu konferanstan önemli sonuçlar beklemiyordu. Fakat konferansa
katılmakla “Türkler barış görüşmelerine yanaşmıyorlar, savaşı uzatıyorlar”
şeklindeki propagandanın önlenmesi sağlanmıştır.
* Londra
Konferansı’nın başarısızlıkla sonuçlanması üzerine Anadolu’da Yunan saldırısı
yeniden başladı. Bu durum II. İnönü Savaşı’na neden olmuştur.
* Londra
Konferansı sonrasında TBMM temsilcisi Fransa, İngiltere ve İtalya ile ikili
antlaşmalar yaptı. Fakat bu antlaşmalarda “devletlerin eşitliği” ilkesine
uyulmamıştır. Yapılan antlaşmalar TBMM tarafından onaylanmadığından yürürlüğe
girmemiştir.
Moskova Antlaşması (16 Mart 1921)
I. İnönü
Savaşı’nda Yunanlılara karşı kazanılan başarı ve TBMM temsilcisinin Londra
Konferansı’na çağrılması üzerine Moskova Antlaşması imzalandı (16 Mart 1921).
Moskova Antlaşması’yla;
* İlk defa büyük bir devlet
TBMM’yi tanımıştır.
* Sovyet Rusya, Misak-ı
Milli’yi tanıyan ilk Avrupa devleti olmuştur.
* Sovyet Rusya, Sevr
Antlaşması’nı tanımadığını ilan etmiştir.
* Her iki
devlet de kendilerinden önceki döneme ait antlaşmaların geçersiz olduğunu bildirmiştir.
* Batum
Gürcistan’a, dolayısıyla Sovyet Rusya’ya bırakıldı. Buna karşılık Sovyetler,
Kars ve çevresinin yeni Türk Devleti’ne ait olduğunu kabul ettiler. Dönemin
olağanüstü şartlarından dolayı Batum Gürcistan’a bırakılmıştır. Bu durum
Misak-ı Milli sınırlarından verilmiş ilk tavizdir.
II. İnönü
Savaşı (23 - 31 Mart 1921)
I. İnönü
Savaşı’ndan kısa bir süre sonra Yunanlılar yeniden saldırıya geçtiler. Yunan
saldırısının başlamasında:
* Londra
Konferansı’ndaki barış tekliflerinin TBMM Hükümeti tarafından kabul edilmemesi
*
İngilizlerin yeni bir saldırı konusunda Yunanlıları teşvik etmeleri
* Yunanlıların
Türk ordusunun teşkilatlanmasına fırsat vermeden Eskişehir ve Afyon’u almak,
Ankara üzerine yürüyerek TBMM’yi dağıtmak istemeleri
* Sevr
Antlaşması’nın TBMM’ye kabul ettirilmek istenmesi etkili olmuştur.
II. İnönü
Savaşı’nın kazanılmasıyla:
*
Halkın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne olan güveni artmıştır.
* İtalyanlar,
Anadolu’da işgal ettikleri yerleri boşaltmaya başlamışlardır (5 Temmuz 1921).
* M. Kemal
Paşa, İsmet Paşa’ya bir telgraf çekerek tebrik etmiş ve; Siz orada yalnız
düşmanı değil, milletin ters alınyazısını da (makus talihini de) yendiniz.”
demiştir.
Eskişehir - Kütahya Savaşları (10 - 24 Temmuz 1921)
Yunan
saldırısının amacı; TBMM Hükümeti’ni dağıtarak kesin sonucu elde etmekti. Bütün
güçleriyle hazırlanan Yunan ordusu geniş bir cephe üzerinde saldırıya geçti. Bu
cephe İnönü’den Afyon’a kadar uzanıyordu. Türk ordusu henüz II. İnönü
Savaşı’nın yorgunluğunu üzerinden atamadığından Yunan kuvvetleri karşısında
başarılı olamadı.
Üstün kuvvetlerle
yapılan Yunan saldırısı karşısında Türk kuvvetleri yenilgiye uğradı. Bu
gelişmeler üzerine M. Kemal Paşa, İsmet Paşa’ya “Sakarya’nın doğusuna
çekilmesi” tavsiyesinde bulundu. Bunun üzerine Türk ordusu Sakarya nehrinin
doğusuna çekildi.
Başkomutanlık Kanunu’nun Çıkarılması
* TBMM,
Meclisin sahip olduğu yetkileri şahsında toplamak ve Meclis adına uygulamak
üzere M. Kemal Paşa’ya üç ay süreyle Başkomutanlık yetkisi veren kanunu kabul
etti (5 Ağustos 1921). Başkomutanlık Kanunu’nun çıkarılmasıyla M.Kemal Paşa;
* TBMM’ye ait
olan “yasama ve yürütme” yetkilerini doğrudan kullanmaya başladı.
* İstiklâl
Mahkemelerinin de kendisine bağlanmasıyla “yargı” yetkisine de sahip oldu.
* Erzurum
Kongresi’nde askerlik mesleğinden ayrılan M. Kemal Paşa, milli irade ile
başkomutan oldu.
Tekâlif-i Milliye Emirleri (7 – 8 Ağustos 1921)
Mustafa Kemal
Paşa başkomutan olduktan sonra Türk ordusunu yapılacak yeni savaşa hazırlamak
amacı ile çalışmalara başladı. Ordu asker sayısı olarak yetersiz olduğu gibi
silah ve teçhizat bakımından da çok zor durumda idi. Bundan dolayı Mustafa
Kemal Paşa, Tekalif-i Milliye Emirlerini yayınladı. Çıkartılan kanun ile Türk
ordusunun ihtiyaçlarının karşılanması ve savaş gücünün artırılması
amaçlanmıştır.
Sakarya Meydan Savaşı (23 Ağustos - 12 Eylül 1921)
Yunan kuvvetleri
22 Ağustos 1921'de Sakarya nehrini geçerek Türk kuvvetleriyle karşılaştılar.
22 gün gece ve
gündüz devam eden savaş 13 Eylül 1921'de Türk ordusunun zaferiyle sona
ermiştir.
Sakarya Savaşı’nın Sonuçları
*
1683 Viyana bozgunu ile başlayan Türk gerileyişi Sakarya’da sona ermiştir.
*
Türk ordusu ilk defa savunma durumundan taarruz durumuna geçmiştir.
* TBMM ile
Kafkas Cumhuriyetleri arasında Kars Antlaşması yapılmıştır (13 Ekim 1921).
* Kars Antlaşması ile
Türkiye’nin Doğu sınırı kesinlik kazandı.
*
Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalanmıştır (20 Ekim 1921).
* Yunanlılar
taarruz gücünü kaybettikleri gibi, İngiltere desteğinden de mahrum
kalmışlardır.
*
İtilaf Devletleri TBMM’ye ateşkes ve barış teklifinde bulunmuşlardır.
İtilâf Devletleri’nin Barış Teklifleri
2 Mart 1922
tarihinde İtilâf Devletleri Dışişleri Bakanları Türk ve Yunan taraflarına
ateşkes teklifinde bulundular. Yapılan teklifte, “iki taraf arasında askersiz
bölge bırakılması, her iki tarafın asker ve silah bakımından güçlenmemeleri,
askeri
açıdan Türk
tarafının İtilâf Devletleri’nin denetimi altında bulunması ve çarpışmaların üç
ay süreyle durdurulması” yer alıyordu. Böylece Türk ordusunun taarruz
hazırlıkları durdurulacaktı. Bu teklifler Yunanlılar tarafından hemen kabul
edildi. Türk tarafı ise bağımsızlık anlayışına ters düşen askeri denetim
teklifini kabul etmediğini bildirdi. Ateşkesin ancak memleketimizdeki yabancı
kuvvetlerin çıkmasıyla yapılabileceği belirtildi.
Büyük Taarruz
26 Ağustos
1922'de taarruz başladı. 27 Ağustos’tan itibaren Türk ordusunun üstünlüğü eline
geçirmesi üzerine Yunan kuvvetleri geri çekilmeye başladı. Aslıhanlar
bölgesinde yapılan bu savaşa Dumlupınar Meydan Savaşı denilmiştir. 30 Ağustos
1922 tarihinde de Yunan kuvvetlerinin tamamen yok edildiği ve Başkomutan Mustafa
Kemal’in doğrudan yönettiği savaşa Başkomutanlık Savaşı denilmiştir. Yunan
kuvvetlerinin yeni bir savaş hattı oluşturmalarına engel olmak amacıyla M.
Kemal Paşa, “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir, İleri!” emrini verdi.
Yunan kuvvetleri
İzmir’e doğru kaçarken Türk ordusu 6 Eylül’de Balıkesir, 8 Eylül’de Manisa, 9
Eylül’de İzmir’e girdi. 17 Eylül’de ise Bandırma’ya ulaştı. 18 Eylül 1922
tarihinden itibaren Anadolu’da artık hiçbir Yunan kuvveti kalmamıştır.
Büyük Taarruz’un Sonuçları
*
Milli mücadele başarıya ulaşmıştır.
*
Anadolu’da İtalyan ve Fransız işgalinden sonra Yunan işgali de sona ermiştir.
*
Kurtuluş Savaşı’nın askeri safhası başarıyla tamamlanmıştır.
* Türk ordusu
Çanakkale ve İzmit civarında İngiliz kuvvetleri ile karşı karşıya gelmiştir.
*
İçte milli birlik ve bütünlük sağlanmıştır.
Mudanya Ateşkes Anlaşması (11 Ekim 1922)
Mudanya Ateşkes Anlaşması’na
göre:
1. Türk - Yunan kuvvetleri
arasındaki savaş sona erecektir.
2. Yunan
kuvvetleri Meriç nehrine kadar olan Doğu Trakya’yı 15 gün içinde
boşaltacaklardır.
3. Doğu Trakya
TBMM’nin jandarma kuvvetlerine bırakılacaktır. Ancak bu kuvvetler 8.000'i geçmeyecektir.
4. İstanbul, Boğazlar ve
çevresinin yönetimi TBMM Hükümeti’ne bırakılacaktır.
İtilaf Devletleri barış
yapılıncaya kadar İstanbul’da kuvvet bulunduracaklardır.
5. Barış
antlaşması yapılıncaya kadar Türk silahlı kuvvetleri Çanakkale ve İzmit
yarımadasında belirlenen çizgiyi geçemeyeceklerdir.
Mudanya Ateşkes Anlaşması’yla:
*
Türk Kurtuluş Savaşı’nın askeri safhası sona erdi.
*
Yeniden silahlı çatışmaya girilmeden diplomatik başarılarla Doğu Trakya ve
İstanbul kurtarıldı.
* İstanbul,
Boğazlar ve çevresinin TBMM Hükümeti’ne bırakılması ile Osmanlı Devleti hukuken
sona erdi.
Lozan Antlaşması
Lozan Konferansı’nda Alınan Önemli Kararlar Sınırlar
Suriye Sınırı :
20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşması’nda belirlenen sınırlar kabul
edilmiştir.
Irak Sınırı :
Musul-Kerkük sorunundaki anlaşmazlıktan dolayı sınır belirlenememiştir. Sınırın
daha sonra TBMM ile İngiltere arasında yapılacak ikili görüşmelerle
belirlenmesine karar verilmiştir.
Boğazlar
* Boğazların
idaresi, başkanlığını bir Türk’ün yapacağı uluslararası komisyona
bırakılmıştır.
* Boğazların
her iki yakasında 20'şer km’lik askerden arındırılmış bölge oluşturulmuştur.
* Oluşturulan
askersiz bölgeye olağanüstü bir durum yaşandığında Türkiye’nin asker
sokabileceği kararlaştırılmıştır.
* Boğazlardan
ticaret gemilerinin serbestçe geçmesine karar verilmiştir. Savaş gemilerine ise
tonaj sınırlaması getirilmiştir.
* İstanbul’daki
işgal güçlerinin şehri bir buçuk ay içerisinde boşaltmaları
kararlaştırılmıştır.
Kapitülasyonlar
Lozan’ın en çok
tartışılan konusu, hiç taviz verilmeden çözülmüş ve kapitülasyonlar kesin
olarak kaldırılmıştır.
Ermenistan Sorunu
Sevr Antlaşması
ile Doğu Anadolu’da kurulmasına karar verilen Ermeni Devleti’nin kuruluşundan
vazgeçilmiş ve bölgenin Türk toprağı olduğu kabul edilmiştir.
Adalar
Oniki Ada
İtalyanlara, Bozcaada ve Gökçeada Çanakkale Boğazı’nı kontrol ettiği için
TBMM’ye, diğer Ege adaları ise Yunanistan’a verilmiştir. Yunanistan’ın Anadolu
kıyılarına yakın olan adaları askeri amaçları için kullanması yasaklanmıştır.
Borçlar
*
Duyun-u Umumiye (Genel Borçlar İdaresi) kaldırılacaktır.
* Osmanlı
Devleti’nden ayrılan devletlere Osmanlı borçlarından hisse verilecektir.
*
Osmanlı borçlarının büyük bölümünü TBMM ödeyecektir.
*
Borçlar Türk lirası olarak ve taksitler halinde ödenecektir.
Azınlıklar
XIX. yüzyıl
başlarından beri Türkiye’nin başını ağrıtan azınlıklar sorunu Türkiye’deki
bütün azınlıkların Türk vatandaşı kabul edilmesi ile çözümlenmiştir.
Azınlıklara, Türk vatandaşlarına tanınan tüm haklar tanınmış, ayrıcalıkları ise
kaldırılmıştır. Türkiye’deki en kalabalık azınlık durumunda bulunan Rumların
İstanbul’dakiler hariç Yunanistan’a gönderilmesi kararlaştırılmıştır. Buna
karşılık Batı Trakya hariç Yunanistan’da yaşayan Türklerin Türkiye’ye
gönderilmesine karar verilmiştir.
Yabancı Okullar
Türkiye’deki
yabancı okulların bağlı bulunacakları rejim Lozan’da bir esasa bağlanmıştır.
Buna göre yabancı okullar Türk kanunlarına ve diğer okulların bağlı
bulundukları tüzük ve yönetmelik hükümlerine uyacaklardır. Türk Hükümeti bu
okulların öğrenimini düzenleyecektir.
Savaş Tazminatı
Kurtuluş
Savaşı’nın en büyük sorumlusu durumunda bulunan, Anadolu’nun büyük bir bölümünü
tahrip eden ve Türk milletini iki yıl boyunca savaş felaketi ile karşı karşıya
bırakan Yunanistan savaş tazminatı olarak Karaağaç’ı Türkiye’ye bırakmıştır.
Patrikhane
I. Dünya
Savaşı ve Kurtuluş Savaşı boyunca azınlıklar ve dış güçlerle birlikte hareket
eden Fener Patrikhanesi’nin, yabancı kiliselerle ilişki kurmaması şartı ile
Türkiye’de kalması kabul edilmiştir.
22)
İnkılâplar
Atatürk İnkılâplarının Amaçları
1. Türkiye’yi muâsır medeniyet
seviyesinin üzerine çıkartmak
2. Modern Avrupa devletleri ile
Türkiye’yi bütünleştirmek
3. Osmanlı
Devleti’nden kalmış ve halkın ihtiyaçlarına cevap vermeyen müesseselerin yerine
çağdaş müesseseler kurmak
4. Türkiye’de milli egemenlik
ilkesini yerleştirmek
şeklinde sıralanabilir.
Saltanatın Kaldırılması (1 Kasım 1922)
Saltanatın kaldırılmasıyla;
* TBMM,
Abdülmecid Efendi’yi halife seçerek, halifeliğin devam ettirilmesini
sağlamıştır.
*
Milli egemenliğin gerçekleşmesi yolunda önemli bir adım atılmıştır.
* Saltanatın
kaldırılmasıyla devletin lâikliği konusunda ilk aşama gerçekleştirilmiştir.
* İtilâf
Devletleri’nin Lozan Konferansı’nda ikilik çıkarma planları sonuçsuz kalmıştır.
Cumhuriyetin İlânı
29 Ekim 1923'te
TBMM anayasa değişikliğini kabul ederek yeni Türk Devleti’nin bir Cumhuriyet
olduğunu onayladı.
Cumhuriyetin İlân Edilmesinin Sonuçları
* Yeni Türk
Devleti’nin yönetim şeklinin Cumhuriyet olarak belirlenmesiyle 1921
Anayasası’nda esaslı değişiklikler yapılmıştır. Türkiye’nin hükümet şeklinin
Cumhuriyet, dininin İslâm, resmi dilinin Türkçe olduğu şeklindeki madde
Anayasaya konulmuştur.
* Cumhuriyetin
ilanı ile devlet rejiminin adı belirlenmiş, bu konudaki tartışmalar sona erdirilmiştir.
*
M. Kemal Paşa, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Cumhurbaşkanı seçilmiştir.
Cumhurbaşkanı,
ilk Cumhuriyet hükümetini kurma görevini İsmet Paşa’ya vermiş, Fethi (Okyar)
Bey de TBMM Başkanlığı’na seçilmiştir.
* Cumhurbaşkanı’nın
seçilmesiyle devlet başkanlığı sorunu çözüme kavuşmuştur.
* Meclis
hükümeti yerine kabine sistemi getirilerek, yürütme işlerinin gecikmemesi sağlanmıştır.
* Milli
Mücadelenin başından beri amaçlanan ulusal egemenlik düşüncesi başarılı olmuş,
çağdaşlaşma yolunda da önemli bir adım atılmıştır.
*
Cumhurbaşkanı seçimini Meclisin yapacağı kesinleşmiştir.
Halifeliğin Kaldırılması
Halifeliğin
Kaldırılmasının Nedenleri
* Saltanatın
kaldırılması ve Vahdettin’in ülkeyi terketmesinden sonra TBMM, Abdülmecit
Efendi’yi halife seçti. Çünkü kamuoyu henüz halifeliğin kaldırılmasına hazır
değildi. Halbuki, Cumhuriyetin ilânı ve devlet başkanının seçilmesi ile
halifeliğin rolü kalmamıştı.
* Saltanatın
kaldırılması ve Cumhuriyetin ilanından sonra eski rejim taraftarlarının
sığınabilecekleri tek güç olarak halifelik kalmıştı.
* Bazı TBMM
üyeleri, halifeyi milletin üzerinde görmeye başlamışlar, “TBMM Halifenin,
Halife de TBMM’nindir.” şeklinde propagandalara girişmişlerdi.
* Türkiye,
çağdaşlaşma yolunda olduğuna ve laikliği amaçladığına göre halifeliğin böyle
bir rejimde yeri yoktu.
Bütün bu
sebeplerden dolayı 3 Mart 1924 günü alınan bir kararla halifelik kaldırıldı.
Aynı gün;
* Şer’iye ve
Evkâf Vekâleti kaldırıldı. Böylece lâik devlet yolunda önemli bir adım atıldı.
Daha sonra yerine Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü
kuruldu.
* Erkân-ı
Harbiye-i Umumiye Vekâleti Kaldırıldı. Böylece Genelkurmay Başkanlığı’nın
hükümet ve siyaset dışına çıkması sağlandı.
* Osmanlı
Hanedanı’nın Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışına çıkarılması kararlaştırıldı.
Halifeliğin Kaldırılmasının Sonuçları
*
Halifeliğin kaldırılması laikliğe geçişin en önemli aşaması olmuştur.
* Halifeliğin
kaldırılması Türkiye’de inkılâp sürecini hızlandırmış ve inkılâplar için
elverişli bir ortam hazırlamıştır.
*
Türkiye’de ümmetçilik arayışları sona
ermiştir.
Çok Partili Hayata Geçiş Denemeleri
Müdafaa-i
Hukuk Grubu ve Halk Fırkası’nın Kurulması (9 Ağustos 1923)
TBMM 1 Nisan
1923'te tarihi görevini tamamlayarak seçimlerin yenilenmesini kararlaştırdı. M.
Kemal Paşa da seçimlerden sonra Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin
yerine Halk Fırkası’nı kurdu. Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk siyasi partisi olan
Halk Fırkası’nın başkanlığına M. Kemal Paşa seçildi. Bu arada yapılan
seçimlerle, ikinci grup mensupları meclisten tamamen uzaklaştırılmış oldu.
Ordunun Siyasetten Ayrılması
Mustafa Kemal
Paşa, daha II. Meşrutiyet döneminde İttihat ve Terakki Partisi’nde gördüğü ordu
ile işbirliğini tenkit etmişti. Bu tecrübelerin ışığında önce 3 Mart 1924'te o
zamana kadar hükümette yer alan Genelkurmay Başkanlığı politika
dışında
bırakıldı. Ardından komutanların milletvekili olmalarının kaldırılmasıyla ordunun
siyasetten ayrılması sağlandı. Ordunun siyasetten ayrılması ile meclisteki
rekabetin iç çatışmaya dönüşmesi önlenmiştir.
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası
Mustafa Kemal
Paşa’da mecliste demokrasinin yerleşebilmesi için yeni bir partinin kurulmasını
gerekli görüyordu. Cumhuriyet rejiminin yerleşebilmesi için başka partilerin
varlığı ve hükümetteki partinin denetlenmesi gerekiyordu.
Muhalif milletvekilleri hazırlıklarını tamamladıktan sonra 17 Kasım
1924'de Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nı kurdular. Partinin başkanlığına
Kazım Karabekir getirildi.
Şeyh Sait İsyanı İsyanın
Nedenleri
* Yenilik hareketlerinin hızlanması
*
İngiltere’nin kışkırtmaları
*
Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın
çalışmaları
*
Hilafet ve Saltanatı geri getirme düşünceleri
Şeyh Sait
Ayaklanması 13 Şubat 1925'te Diyarbakır’da başladı. İsyancıların amacı Türkiye
Cumhuriyeti’ni yıkmak ve Osmanlı devlet düzenini geri getirmekti. İsyan kısa
sürede Erzurum, Elazığ, Muş, Bitlis gibi doğu illerinde yayıldı. Ali Fethi
Okyar Hükümeti isyanın bastırılmasında başarılı olamayınca istifa etti. Yeni
hükümeti kuran İsmet Paşa aldığı askeri ve siyasi önlemlerle isyanı bastırdı.
Şeyh Sait Ayaklanması’nın
Sonuçları
* Doğu
Anadolu Bölgesi’nde bozulan huzuru sağlamak amacı ile Takrir-i Sükun Kanunu
çıkartıldı (4 Mart 1925). Bu kanun 1929 yılına kadar yürürlükte kalmıştır.
* Türkiye
Cumhuriyeti yıprandığı için İngiltere Musul sorununun kendi lehine çözülmesinde
büyük avantaj sağlamıştır.
*
Türkiye Cumhuriyeti’ni yıkmaya yönelik ilk isyan bastırılmıştır.
* Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası isyanda rolü olduğu gerekçesi ile kapatılmıştır (5 Haziran 1925).
* Türkiye’de
çok partili hayata geçiş için yapılan ilk deneme başarısızlıkla sonuçlanmıştır.
* Şeyh Sait
isyanı, Türkiye’de çok partili hayata geçiş için ortamın uygun olmadığını ve
henüz demokrasinin tam anlamıyla uygulanamayacağını göstermiştir.
Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Menemen Olayı
Mustafa Kemal
Paşa’nın onayıyla kurulan Serbest Cumhuriyet Partisi’ni kurdular (12 Ağustos
1930). Bir süre sonra teşkilâtlar oluşturmaya başladı. İşte bu esnada
inkılâplara karşı olanlar partiye girmeye başladılar. Bir süre sonra
inkılâplar, hükümet ve lâiklik aleyhine gösteriler ortaya çıktı. Fethi Bey’in
kontrolünden çıkan olaylar, kendisini Mustafa Kemal Paşa ile karşı karşıya
getirdi. 18 Aralık 1930'da Serbest Cumhuriyet Fırkası kendi kendini feshetti.
Böylece ülkemizde Cumhuriyetin ilânından sonraki çok partili hayata geçişteki
ikinci deneme de başarılı olamadı. Bundan sonra Atatürk döneminde bir daha
girişimde bulunulmadı. Ülkemizde çok partili hayat ancak 1946'da
başlayabilmiştir.
Serbest
Cumhuriyet Fırkası’nın kendi kendini feshetmesinden sonra Menemen Olayı meydana
geldi. Derviş Mehmet ve adamları 23 Aralık 1930'da Menemen kasabasında isyan
ettiler. İsyanı bastırmaya gelen Asteğmen Kubilay öldürüldü. Menemen Olayı
süratle bastırıldı. Bu olay, Serbest Fırka’nın kapatılmasının ne kadar yerinde
bir davranış olduğunu göstermiştir.
Hukuk Alanındaki İnkılâplar Hukuk
İnkılâbının Nedenleri
* Milliyet,
din, mezhep ve tarikat farklılıklarından dolayı ülkede hukuk birliğinin
sağlanamaması
* Halkın
evlenme, boşanma ve miras gibi konularda kendi dini kurallarını uygulaması
* Ceza
hukukunun şahısların güvenliğini sağlamada yetersiz kalması ve modern ceza
hukukuna uymaması
*
Mahkemede tek yargıçın (kadı) bulunması
*
Kadın haklarıyla ilgili kanunların yetersiz kalması
*
İktisadi ve ticari hayatı düzenleyen kuralların yetersiz kalması
* Müslüman
olmayan azınlıkların kişisel hukuk ve aile hukukuna ait sorunları kendi dini
kurallarına göre çözmeleri
*
Eski hukuk sisteminin çağın gelişmeleri karşısında yetersiz kalması
*
Türkiye Cumhuriyeti’nin Batı medeniyetine katılmayı hedeflemesi
*
Devletin lâik bir karakter kazanmasının gerekliliği
Medeni Kanun’un Kabulü
TBMM, 17 Şubat
1926'da yeni Medeni Kanunu kabul etti. Bu kanun 6 Ekim 1926'da yürürlüğe girdi.
Medeni Kanun’un Kabulünün Sonuçları
* Kadınlarla
erkekler arasında toplumsal ve ekonomik alanda tam bir eşitlik sağlanmıştır.
Kadınlara istediği mesleğe girme hakkı tanınmıştır.
*
Evlilik, devlet kontrolü altına alınarak resmi nikâh zorunluluğu kabul edilmiştir.
* Çok kadınla
evlenme yerine tek kadınla evlilik kararlaştırılmış, Medeni Kanun ile modern
Türk ailesi kurulmuştur.
*
Mirasta kız ve erkek çocuklar arasında eşitlik sağlanmıştır.
*
Boşanmada serbestlik kaldırılarak belli şartlara bağlanmıştır.
*
Toplumsal hayat çağdaş gelişmelere göre düzenlenmiştir.
* Kabul
edilen kanunlar, Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün vatandaşlarına uygulanır hale
getirilmiştir. Böylece hukuk bakımından vatandaşlar arasında din ve mezhep
farkı gözetilmemiştir.
* Türkiye’deki
Müslüman olmayan topluluklar, Lozan Antlaşması’nın kendilerine tanıdıkları
haktan vazgeçtiklerini ve Türk Medeni Kanunu’na uymak istediklerini
bildirdiler. Hükümetçe de bu isteğin kabulüyle Avrupa devletlerinin
müdahaleleri ortadan kalkmıştır. Patrikhane ve konsoloslukların mahkeme kurma
yetkileri de sona ermiştir.
* Hukuk birliği sağlanmıştır.
Türk Kadınlarına Siyasal Hakların Verilmesi
1930 yılında
kabul edilen Belediye Kanunu ile kadınların belediye seçimlerine katılmaları
sağlandı. 5 Aralık 1934'te kadınlara milletvekili seçme ve seçilme hakkı
tanındı. Böylece Türk kadını hukuk alanında tam olarak erkeklerle eşit oldu.
Avrupa
devletlerinden çoğu, kadınlara bu imkânları sağlayamadan, Türk İnkılâbı’nın
kadınlara siyasal haklar vermesi Atatürk’ün kadınlara verdiği değeri
göstermektedir.
Eğitim Alanındaki İnkılâplar
Tevhid-i
Tedrisat Kanunu (3 Mart 1924)
Tevhid-i Tedrisat Kanunu’yla;
*
Bütün eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır.
* Azınlık ve
yabancı okulların dini ve siyasi amaçlarla öğretim yapmaları önlenmiştir.
* Yabancı
okulların ders programlarına Türkçe kültür dersleri konmuş ve bu derslerin Türk
öğretmenler tarafından okutulması sağlanmıştır.
* Devlet
eğitimin her çeşidiyle uğraşmaya başlamış, Milli Eğitim Bakanlığı bütün eğitim
ve öğretim işlerinin tek sorumlusu haline gelmiştir.
*
Medreseler kapanmıştır.
*
Eğitimin lâikleşmesi alanında önemli bir adım atılmıştır.
Lâtin Harflerinin Kabulü (1 Kasım 1928)
Meclis, 1 Kasım
1928'de yeni harflere dair çıkardığı kanunla Arap harfleri yerine Lâtin
alfabesini kabul etmiştir. Lâtin harflerinin kabulüyle;
Batı dünyası ile
yakınlaşma yolunda önemli bir adım atılmıştır. Çağdaşlaşmada önemli bir engel
oluşturan yazı meselesi çözümlenmiştir.
Okuma-yazma oranı
sürekli artarken, basılan kitap sayısında da büyük bir artış meydana gelmiştir.
Yeni Tarih Anlayışı
Atatürk, Türk
tarihinin sadece İslâm ve Osmanlı tarihleriyle sınırlı olmasını kabul
etmiyordu. Bu nedenle tarih konusunda araştırmalar yapmak üzere Türk Tarih
Kurumu’nu kurdu (15 Nisan 1931). Türk Tarih Kurumu’nun kurulmasıyla milli tarih
anlayışı yolunda önemli bir gelişme kaydedildi.
Türk Dilinin Geliştirilmesi
Atatürk, dil
çalışmalarının planlı bir şekilde yapılmasını sağlamak amacıyla Türk Dil
Kurumu’nu kurdu (12 Temmuz 1932).
Dil inkılâbıyla ;
* Türkçeyi,
Osmanlıların halk tarafından benimsenmemiş kelime ve kurallarından arındırmak
* Yabancı
kelimeler yerine halk arasında kullanılan ya da yazılı kaynaklarda yer alan
yeni kelimeler türetmek
*
Türkçenin zenginliğini ortaya koymak
*
Türkçenin bilim dili konusunda da gelişmesini sağlamak
amaçlanmıştır.
Türk Tarih Kurumu
ve Türk Dil Kurumu'nun kurulması milliyetcilik ilkesi doğrultusunda
yapılmıştır.
Toplumsal Hayatın Düzenlenmesi
Tekke, Zaviye
ve Türbelerin Kapatılması (30 Kasım 1925)
30 Kasım 1925
tarihinde çıkarılan bir kanunla tekke, zaviye ve türbeler kapatılmıştır.
Böylece Türk toplumunun çağdaşlaşması ve lâikleşmesi yolunda önemli bir adım
atılmıştır. Yine aynı kanunla “şeyhlik, dervişlik, dedelik, seyyitlik,
çelebilik, türbedarlık” gibi ünvanlar kaldırılmıştır.
Kılık - Kıyafetin Düzenlenmesi
25 Kasım 1925
tarihinde şapka Kanunu çıkarılmıştır. Bu kanunla Türk erkeklerinin başlık
olarak şapka giymesi kararlaştırılmıştır. 1934 yılında çıkarılan bir kanunla da
hangi din ve mezhebe mensup olursa olsun din adamlarının mabetler ve ayinler
haricinde dini kıyafetle dolaşmaları yasaklandı. Sadece Diyanet İşleri Başkanı,
Rum ve Ermeni Patrikleri, Hahambaşı her zaman dini kıyafet giyebileceklerdi.
Kılık-Kıyafet düzenlenmesi
çalışmaları çağdaşlaşma ile işgilidir.
Ölçüler ve Takvimde Değişiklik
Batılı
devletlerle olan münasebetlerini geliştirmesi için takvim ve ölçülerin de
düzenlenmesi gerekiyordu. 26 Aralık 1925 tarihinde çıkarılan bir kanunla çağdaş
dünyanın kullandığı Milâdi Takvim kabul edildi. 1 Ocak 1926'dan itibaren de
uygulandı. Yine aynı tarihte uluslararası saat kabul edilerek gün, gece
yarısından başlatıldı ve yirmidört tane saat birimine ayrıldı.
Osmanlı ülkesinde
uzunluk ve ağırlık ölçüleri de geleneklere göre düzenlenmişti. Okka, arşın,
endaze, kile vb. yörelere göre değişen ölçülerin kullanılması ekonomik hayatta
bazı karışıklıklara neden oluyordu. 1931 yılında kabul edilen bir kanunla
metre ve kilo
sistemi getirilerek ticaret ve ekonomi alanlarında işlemler kolaylaştırıldı.
Yurdun her tarafında düzenli bir ölçü sistemi kuruldu.
Batılı ülkeler
pazar günü tatil yapmaktaydı. Türkiye’nin bu ülkelerle ekonomik ilişkileri
gelişmekte olduğundan hafta tatilinin yeniden düzenlenmesi gerekiyordu. 1935
yılında alınan bir kararla pazar günü hafta tatili olarak benimsendi.
Soyadı Kanunu’nun Kabulü (21 Haziran 1934)
Kişilerin
toplumsal hayatta kolaylıkla tanınmaları amacıyla 21 Haziran 1934'te Soyadı
Kanunu kabul edildi. Bu kanuna göre her aile bir soyadı alacak, soyadları
Türkçe olacak, rütbe, memurluk, yabancı ırk, millet adları ile ahlâka aykırı ve
gülünç kelimeler soyadı olarak kullanılamayacaktı. Soyadı Kanunu’nun kabulünden
sonra TBMM Türk milleti adına, M. Kemal’e Atatürk soyadını vermiştir.
1934 yılında
çıkarılan diğer bir kanunla “ağa, hacı, hoca, hafız, hocaefendi, bey, paşa,
hanım, hanımefendi” gibi eski toplum zümrelerini belirten ünvanlar kaldırıldı.
Aynı kanunla, eski Osmanlı idarecilerinin verdiği tüm nişan ve rütbeleri
taşımak yasaklandı.
Ekonomi Alanındaki Gelişmeler
İzmir İktisat
Kongresi (18 Şubat - 4 Mart 1923)
İzmir İktisat Kongresi’nde;
1. Hammaddesi yurt içinde
yetişen veya yetiştirilebilen sanayi dallarının kurulması
2. Küçük imalattan süratle
fabrikaya geçilmesi
3. Özel sektörce yapılamayan
teşebbüslerin devletçe gerçekleştirilmesi
4. Özel teşebbüse kredi
sağlayacak bir devlet bankası kurulması
5. İşçilerin durumunun
düzeltilmesi gibi kararlar alınmıştır.
Milli Ekonominin
Kurulması Tarım
Osmanlı
İmparatorluğu döneminde köylü, ağır vergiler altında eziliyordu. Özellikle âşâr
vergisi köylüler için büyük yük haline gelmişti. Âşâr vergisi genel bütçe
gelirinin % 40'ını oluşturuyordu. Yeni Türk Devleti böyle bir gelirden
vazgeçti. 17 Şubat 1925'te çıkarılan bir kanunla âşâr vergisi kaldırılarak
yerine arazi vergisi konuldu. Böylece köylünün rahatlaması sağlanmıştır.
Köylüye yardım
etmek amacı ile tohum ıslah istasyonları, numune çiftlikleri kuruldu. Traktör
kullanılması teşvik edilerek ucuz alet ve makina dağıtıldı. Tarım Kredi
Kooperatifleri kuruldu. Yüksek Ziraat Enstitüleri açılarak tarımla ilgili
bilimsel araştırmalar yapılmasına imkân hazırlandı. Tarım faaliyetlerini
geliştirmek ve çiftçilere kredi kolaylığı sağlamak amacıyla Ziraat Bankası
geliştirilerek kredi imkanları artırıldı.
Sanayi
Kurtuluş
Savaşı’nın sonunda İstanbul, İzmir ve Adana’da birkaç dokuma fabrikası ile
İstanbul’da bir askeri fabrika ülkenin sanayi gücünü meydana getiriyordu.
Halbuki, kalkınmak için
sanayileşmenin gerçekleşmesi gerekiyordu.
Sanayi
kuruluşlarını teşvik amacıyla 28 Mayıs 1927 tarihinde “Teşvik-i Sanayi Kanunu”
çıkarıldı. Bu kanunla özel teşebbüse yatırım yapmada pek çok kolaylıklar
sağlanmıştır. 1929 yılından itibaren gümrük tarifelerinin yükseltilmesi de,
memleketimizdeki sanayii dış rekabette korumayı amaçlamıştır.
Yeni devletin
kuruluşundan 1933'e kadar geçen dönemde sanayileşme istenilen seviyede
gerçekleşmemiştir. Bu durumda;
*
Gelir seviyesinin çok düşük olması
*
Özel sektörün yetersiz olması
*
Teknik bilgi yetersizliği
*
1929'a kadar sanayinin dışa karşı himaye edilememesi
* Özel
sektörün Teşvik-i Sanayi Kanunu’na rağmen yapabildiği yatırımların miktar ve
çeşit itibariyle yeterli olmaması
1929 dünya
ekonomik bunalımının olumsuz etkileri gibi nedenler önemli rol oynamıştır.
Ülkemizde 1934
yılında ilk defa planlı ekonomiye geçildi. 1934 - 1939 yılları arasında
“Birinci Beş Yıllık Plan” uygulandı. Hazırlanan bu plana göre, özel sektörün
gerçekleştiremeyeceği yatırımlar devlet eliyle yapılmaya başlandı. Plân
doğrultusunda dokuma, demir, kâğıt, cam ve kimya alanlarında 1937'ye kadar
onaltı fabrika kuruldu. Fabrikaların işletmeye açılmasıyla dışarıdan alınan
mallar yüzde elli oranında azaldı. “İkinci Beş Yıllık Plân” ise İkinci Dünya
Savaşı’ndan dolayı uygulanamadı. Fakat, 1945 yılına kadar süren savaş esnasında
Türkiye, dışarıya muhtaç olmadan kendi ihtiyaçlarını karşılayabilmiştir.
Sümerbank’ın açılmasıyla elde edilen başarı, yeni kuruluşların açılmasını
teşvik etmiş ve maden işleri ile uğraşacak Etibank ve Maden Tetkik Arama
Enstitüsü kurulmuştur (1935). Böylece sanayide devletçilik ilkesi iyice
yerleşmiştir.
Yeni dönem,
sanayi alanındaki hizmetlerin doğrudan devlet tarafından gerçekleştirildiği
Devletçilik politikasının uygulandığı bir dönem olmuştur.
23)
Atatürk Dönemi 'nde Türkiye 'nin Dış Politikası
Atatürk Dönemi’nde Türk Dış Politikasının Temel
İlkeleri
Atatürk’ün dış politikasının
temel ilkeleri;
* Milli
sınırlarımız içinde kalmak ve gerçekleştiremeyeceğimiz emeller peşinde koşmamak
* Bağımsızlığımıza
ve sınırlarımıza saygı duyan devletlerle iyi ilişkiler kurmak, diğer
devletlerin içişlerine karışmamak ve kendi içişlerimize karışılmasına fırsat
vermemek
*
Devletlerarası sorunları hukuka dayalı olarak barışçı yollardan çözümlemek
*
Ulusun hayatı tehlikede olmadıkça savaşa girmemek
* Milli
sınırlarımız içinde herşeyden önce kendi kuvvetimize dayanarak varlığımızı
devam ettirmek
* Dış
politika ve diplomaside bilim ve teknolojiyi yol gösterici olarak kullanmak ve
dünyadaki gelişmeleri göz önünde tutmak
şeklinde
özetlenebilir. Atatürk “Yurtta sulh, cihanda sulh” vecizesiyle iç ve dış
politikada barışı benimsediğini ortaya koymuştur.
Türkiye – İngiltere İlişkileri
Türkiye ile
İngiltere arasındaki ilişkilerin normalleşmesini engelleyen en önemli neden,
Türk – Irak sınırının tesbiti anlamına gelen Musul sorunu olmuştur.
Musul
bölgesindeki zengin petrol yataklarını bırakmak istemeyen İngiltere, Irak’ta
manda yönetimi ilan etti. Lozan Konferansı’nda Türkiye - Irak sınırı
görüşülürken Türk heyeti, “Halkın çoğunluğunun Türk olması” nedeniyle, Musul ve
Süleymaniye bölgelerinin Türkiye sınırları içerisinde kalması gerektiğini öne
sürdü. Irak adına mandater devlet olan İngiltere ise, Musul’un Irak sınırları
içinde kalmasında direndi. Bunun üzerine Türkiye’nin bölgede bir halk oylaması
yapılması isteği yine İngiltere tarafından reddedildi.
Türkiye,
sınırlarını ve bağımsızlığını korumak için her türlü tedbire başvuracağını
açıklayarak İngiltere’nin askeri hareketini önlemiştir. Bu dönemde ortaya çıkan
Şeyh Sait isyanı Türkiye’yi olumsuz yönde etkilemiştir. Dolayısıyla Şeyh Sait
isyanı bir ülkenin içerisinde yaşanan olumsuzlukların dış politikayı olumsuz
yönde etkilediğine kanıt olarak gösterilebilir.
İkili görüşmeler
sonunda çözülemeyen Musul meselesi, Milletler Cemiyeti’ne götürüldü. Musul
meselesini incelemek amacıyla oluşturulan komisyonun önerisiyle Milletler
Cemiyeti, Musul’un Irak’a katılması gerektiğini belirtti.
Türkiye Milletler
Cemiyeti’nin kararına uyarak İngiltere ile Ankara Antlaşması’nı yaptı (5
Haziran 1926).
Bu antlaşmayla;
* Musul ve Kerkük Irak’a bırakıldı.
* Irak
Hükümeti, Musul’a karşılık petrol üzerine konulan verginin % 10’unu 25 yıl
süreyle Türkiye’ye vermeyi kabul etti.
Türkiye – Fransa İlişkileri
Fransa ile
Türkiye arasında yaşanan sorunların en önemlisi Osmanlı Devleti’nden kalan
borçların ödenmesi konusunda yaşanmıştır. Alacaklı ülkeler içinde en fazla pay
sahibi olan Fransa’ydı. Bu konuda 13 Haziran 1928’de Paris’te Türkiye ile
alacaklı devletler adına Duyun–ı Umumiye İdaresi arasında bir antlaşma
imzalandı. Bu antlaşmayla ödenecek borçların miktarı ve ödeme şekli
belirlenmiştir. Ancak, 1929’da başlayan dünya ekonomik krizi borçların
ödenmesini güçleştirmişti. Bunun üzerine Türkiye, borçların ertelenmesini
istemiş ve 22 Nisan 1933’te Paris’te yeni bir borç sözleşmesi imzalanmıştır.
Son antlaşma Türkiye lehine olmuş ve borçlarla ilgili sorun çözümlenmiştir.
Lozan
Antlaşması’na göre yabancı okullar, Türk kanunlarına ve diğer okulların bağlı
bulundukları yönetmeliklere uyacaklardı. Bu durum Fransa ile anlaşmazlıklara
neden oldu.
“Türkiye’de bizim
okullarımızın sahip olmadıkları ayrıcalığa, yabancı okulların sahip olması
kabul edilemez.” diyen Atatürk, yabancı okulların Türk kanunlarına uymasını
istemiştir. Yönetmeliklere uymayan bazı okullar kapatılmıştır. Yabancı okullar
meselesi Fransa ile iyi ilişkilerin kurulmasını geciktirmiştir.
Türkiye – Yunanistan İlişkileri
Lozan
Antlaşması’ndan sonra Türkiye ile Yunanistan arasında en önemli sorun nüfus
mübadelesi (değişim) hakkındaki sözleşme ve protokolün uygulanması konusunda
yaşanmıştır.
Lozan
Antlaşması’nda, İstanbul’daki Rumlarla Batı Trakya’daki Türkler dışında
Türkiye’deki Rumlarla Yunanistan’daki Türklerin karşılıklı değiştirilmeleri
kararlaştırılmıştır. 30 Ocak 1923’te imzalanan protokolle değişime tabi
tutulacak kişilere ait şartlar belirlenmiştir. Tarafsız devletlerin
temsilcilerinin de katıldığı mübadele komisyonu kurulmuş, ancak Yunanistan’ın sürekli
anlaşmazlık çıkarması yüzünden bir sonuç alınamamıştır.
Bir süre sonra
Türk - Yunan ilişkileri gerginleşti. Anlaşmazlık silahlı bir çatışmaya yol
açmadan gergin hava yumuşatıldı ve 10 Haziran 1930 tarihinde anlaşma yapıldı.
Bu antlaşma ile yerleşme tarihlerine ve doğum yerlerine bakılmaksızın İstanbul
Rumları ile Batı Trakya Türklerinin hepsi etabli (yerleşik) sayılmıştır.
Türkiye’nin Milletler Cemiyeti’ne Girmesi
Milletler
Cemiyeti, Birinci Dünya Savaşı’nı kazanan devletler tarafından savaştan hemen
sonra uyuşmazlıkları barışçı yollardan çözmek, uluslararası işbirliğini
geliştirmek, böylece barış ve güvenliği koruyarak yeni savaşları önlemek
iddiasıyla kurulmuştu.
Türkiye
Cumhuriyeti’nin dış politikasının temeli barışçı esaslara dayanıyordu. Türkiye
komşu ülkelerle dostluk ve iyi ilişkiler kurmuştur.
Türkiye’nin
barışçı girişimleri diğer ülkeler tarafından memnuniyetle karşılandı. 1930’dan
sonra milletlerarası işbirliğinin önem kazanması, Milletler Cemiyeti’ne ilgiyi
artırmıştır. 1932 Temmuz’unda İspanya’nın teklifi, Yunanistan’ın desteğiyle
Türkiye Milletler Cemiyeti’ne üye olmuştur (18 Temmuz 1932).
Balkan Antantı
Türkiye Milletler
Cemiyeti’ne girdikten sonra Balkan uluslarıyla yakınlaştı. 1933’ten sonra
Almanya ve İtalya silahlanarak dünya barışını tehdit etmeye başladılar. Bu
gelişmeler sonucunda Türkiye, Yunanistan, Yugoslavya ve Romanya devletleri
arasında Balkan Antantı imzalanmıştır (9 Şubat 1934).
Arnavutluk,
İtalya’nın baskısından dolayı, Bulgaristan ise, Makedonya konusunda Yunanistan
ve Yugoslavya ile anlaşmazlık nedeniyle antanta katılmadılar.
Balkan
Antantı’yla Türkiye batı sınırlarını güvence altına almış ve Türkiye için
Balkanlarda barış dönemi başlamıştır.
Boğazlar Sorunu ve Montrö Sözleşmesi
Lozan
Konferansı’nda imzalanan Boğazlarla ilgili hükümler Türkiye’nin boğazlar
üzerindeki egemenlik haklarını sınırlandırmaktaydı. Türkiye, boğazlarla ilgili
bu hükümleri, güvenlik konusunda Milletler Cemiyeti’nin etkili olacağını ve
Avrupa’da silahsızlanmanın gerçekleşeceği umuduyla kabul etmişti.
1933’ten sonra
İtalya, Almanya ve Rusya silahlanmaya başladı. Milletler Cemiyeti barışı tehdit
eden bu gelişmeleri önleyemedi. Bu gelişmeler üzerine kendi güvenliğini garanti
altına almak isteyen Türkiye, 10 Nisan 1936’da Boğazlar üzerindeki
sınırlamaları kaldırmak amacıyla Lozan Antlaşması’nı imzalayan devletlere birer
nota göndererek Boğazlarla ilgili hükümlerin düzeltilmesini
istemiştir.
Türkiye’nin bu isteği ilgili devletler tarafından olumlu karşılanmış ve
İsviçre’nin Montreux (Montrö) şehrinde Montrö Boğazlar Sözleşmesi imzalanmıştır
(20 Temmuz 1936).
Montrö Sözleşmesi’ne göre;
– Lozan
Antlaşması’nda kurulan Boğazlar Komisyonu kaldırılarak bütün yetkileri Türkiye
Cumhuriyeti’ne devredilecektir.
– Lozan
Antlaşması ile Boğazların iki yanında askersiz duruma getirilen yerlerde,
Türkiye asker bulundurabilecek ve tahkimat yapabilecektir.
– Ticaret gemilerinin her iki
yönde Boğazlardan geçişi serbest olacaktır.
– Savaş gemilerinin geçişi ise
zaman ve ağırlık bakımından sınırlandırılacaktır.
– Türkiye,
savaşa girer veya bir savaş tehlikesi ile karşılaşırsa Boğazları istediği gibi
açıp kapatabilecektir.
Montrö Boğazlar Sözleşmesi’yle;
*
Türk Devleti’nin egemenlik haklarını sınırlayıcı hükümler kaldırılmıştır.
* Boğazlarda
asker bulundurulması ile Türkiye’nin Doğu Akdeniz’de önemi artmış ve Türkiye
milletlerarası dengede önem kazanmıştır.
* Türk –
Sovyet ilişkilerinde ayrılığın ilk adımı atılmış, sözleşme Sovyet Rusya
tarafından yetersiz bulunmuştur.
Sadabat Paktı
Türkiye, İran,
Irak ve Afganistan arasında Tahran’daki Sadabat Sarayı’nda dörtlü bir pakt
oluşturuldu (8 Temmuz 1937). Bu pakt, İtalya’nın doğu ülkelerini hedef olan
istilâ politikasından kaynaklanmıştır. Orta Doğu’ya yayılmaya çalışan İtalya’ya
karşı ortak bir savunma sistemi kurularak yayılmacı politikalara tepki
gösterilmiştir.
Hatay’ın Türkiye’ye Katılması
II. Dünya
Savaşı’nın yaklaşması üzerine Fransa 1936 yılında Suriye’yi boşaltma kararı
aldı. Bu arada Fransa, Hatay’ı Suriye’ye bıraktı. Sorunları barışçı yollarla
çözümlemek isteyen Türkiye, Milletler Cemiyeti’ne başvurarak çoğunluğunu
Türklerin oluşturduğu Hatay’ın Türkiye’ye verilmesini istedi.
Hitlerin
Avusturya’yı ilhakından sonra, Avrupa’da güçler dengesi bozulmaya başladı.
Fransa, Hatay konusundaki tutumunu yumuşatmak zorunda kaldı. Yapılan seçimler
sonunda bağımsız bir devlet olarak Hatay Cumhuriyeti kuruldu (2 Eylül 1938).
Hatay Cumhuriyeti ile Türkiye arasında yakın ilişkiler geliştirildi.
23 Haziran
1939’da Fransa ile Türkiye arasındaki bir antlaşma ile Hatay’ın Türkiye’ye
katılması kabul edildi. Böylece Atatürk’ün ölümünden sonra Hatay meselesi
Misak-ı Milli ilkeleri doğrultusunda Türkiye’nin lehine çözümlenmiştir.
24)
Atatürk İlkeleri
Cumhuriyetçilik
Cumhuriyet, yönetimin millete
ait olduğunu ortaya koyan bir rejimdir.
Cumhuriyette
temel ilke, seçimdir. Devlet hizmetlerinin hiçbir kademesinde “veraset” usulü
olmayıp, yerine seçim ve tayin vardır.
Cumhuriyet,
devlet başkanlığında ve diğer kademelerde hayat boyu kalmaya karşı çıkar. Seçim
sonucunda iktidara gelen kişiler bile ömür boyunca devlet başkanlığı mevkiinde
kalamaz.
Cumhuriyetin Türk Toplumuna Sağladığı Faydalar
* Cumhuriyet,
bütün vatandaşlara devlet yönetimine eşit şekilde katılmayı sağlamıştır.
* Türk toplumunun gelişmesini
ve çağdaşlaşmasını sağlamıştır.
Milliyetçilik
Milliyetçilik,
millet gerçeğinden hareket eden bir fikir akımı ve çağımızın en geçerli sosyal
düşüncelerinden biridir. Türk milletinin geleceğini belirlemede temel ilke olan
“milliyetçilik”, milleti huzur ve refaha yönelten en güçlü bağdır.
Atatürk’e göre
bir insan topluluğunun millet sayılabilmesi için “Zengin bir hatıra mirasına,
birlikte yaşamak hususunda samimi olmaya, sahip olunan mirasın korunmasını
birlikte sürdürebilmek konusunda ortak amaç olmasına, sevinçte ve üzüntüde
beraber olmaya” ihtiyaç vardır.
Atatürk’ün millet
anlayışı ırk veya din esasına dayalı değildir. Yine Atatürk’ün millet anlayışı
akılcı ve insancıldır. Türk milliyetçiliğinin amacı, Türk’ün her alanda
yükselmesidir.
Milliyetçiliğin
Türk Toplumuna Sağladığı Faydalar
* Kurtuluş Savaşı’mızın
kazanılmasını sağlamıştır.
*
Milletimizin iç ve dış tehditler karşısında bütünleşmesini sağlamıştır.
* Türk
toplumunu din, mezhep, ırk, ve sınıf kavgalarından koruyarak milli birlik ve
beraberliğimizi güçlendirmiştir.
Halkçılık
Bir milleti
oluşturan, çeşitli mesleklerin ve toplumsal grupların içinde bulunan insanlara
halk denir. Halkçılık ilkesi, hem cumhuriyetçiliğin, hem de milliyetçiliğin
zorunlu bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır.
Halkçılık ilkesi,
toplumda hiç kimsenin diğerlerinden üstün olmaması ve kanun önünde kesin
eşitliğin kabulü anlamına gelmektedir. Hiçbir toplumsal grubun ve zümrenin
ayrıcalığı yoktur. Halk her bakımdan birbirine eşit kişilerden oluşur.
Halkçılığın Türk Toplumuna Sağladığı Faydalar
* Halkçılıkla
Milli egemenlik tam olarak gerçekleşmiş ve demokrasinin yerleşmesine katkıda bulunulmuştur.
*
Toplumda barış ortamının kurulması sağlanmıştır.
* Bu ilke ile
Türk toplumu yönetime katılma, kanunlar önünde eşit olma ve devletin
imkanlarından eşit olarak faydalanma olanağına
kavuşmuştur.
* Halkçılık,
kalkınmayı hızlandırmış, zayıf bir ekonomik mirastan bugünkü Türkiye’yi oluşturmuştur.
Devletçilik
Devletçilik,
Türkiye’de ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın özelliklerini gösteren
siyasi uygulamalardır.
Devletçilik
anlayışına göre devlet; ekonomik, sosyal ve kültürel kalkınmanın temel
faktörüdür. Devlet bu alanlardaki geniş faaliyetleri yürütmekle görevli, güçlü
ve geniş yetkilere sahiptir.
Ancak daha dar
anlamda devletçilik, “devletin ekonomik alanda doğrudan doğruya müdahalesini
öngören bir sistemdir.” Devletçiliğin ekonomik alandaki görünümü, karma ekonomi
şeklinde olmuştur. Devletçilikte asıl uygulama alanı ekonomide görüldüğünden,
devletçilik ve karma ekonomi eş anlamda kullanılmıştır.
Atatürk’ün Devletçilik İlkesinin Türk Toplumuna Sağladığı Faydalar
*
Bu ilke sayesinde Türkiye ilk defa plânlı ekonomiye geçmiştir.
*
Devlet eliyle önemli yatırımlar gerçekleştirilmiştir.
*
Teknik eleman eksikliğinin giderilmesi
sağlanmıştır.
* Ekonomik
kalkınmada bölgeler arası farklılıkların giderilmesinde önemli rol oynamıştır.
*
Türk çiftçisine ürünlerini en iyi şekilde değerlendirme fırsatı sağlamıştır.
Lâiklik
Türk ve yabancı
bilim adamları Atatürk devrimlerinin en önemli ögesi olarak lâikliği kabul
etmişlerdir. Lâik devlet anlayışı, Türk inkılâbının en önemli esası olarak 1937
yılında 1924 Anayasası’na girdiği gibi, 1961 ve 1982 Anayasalarında da 2.
maddede yer almıştır.
Lâiklik, devlet
düzeninin ve hukuk kurallarının dine değil, akla ve bilime dayandırılmasıdır.
Ancak kişinin dini inancına ve vicdan hürriyetine karışmaz.
Devletin
egemenlik gücü de ilâhi kaynaklar yerine millet iradesine uygun olarak
düzenlenmiştir. Türk Devleti, aşamalar halinde lâikliği gerçekleştirirken,
İslâmiyet’in inanç ve ibadete dayanan kurallarına müdahale etmemiştir.
Lâiklik,
Batılılaşmanın da bir aşaması olarak ortaya çıkmıştır. Türkiye’nin Batılı
olması, ancak lâik bir devlet ve lâik bir toplum anlayışı ile mümkün olabilir.
Lâiklik, kişi hürriyetini, vicdan hürriyetini ve sağladığı gibi düşünce
hürriyetini sağlamıştır.
Laiklik İlkesinin Türk Toplumuna Sağladığı Faydalar
* Bu ilke ile
din ve mezhep farklılıkları ortadan kaldırılarak toplumsal alanda kaynaşma sağlanmıştır.
*
Türkiye’de hukuk birliğinin sağlanmasında etkili olmuştur.
*
Toplum hayatında dine ve insana saygı
gelmiştir.
* Laiklik
ilkesi sayesinde yabancı devletlerin azınlıkları bahane ederek içişlerimize
karışması engellenmiştir.
*
Türkiye’nin çağdaşlaşması hızlanmıştır.
*
Din ve vicdan hürriyeti sağlanmıştır.
* Lâikliğin
kabul edilmesiyle Türkiye’de akla, bilime, gerçeğe ve özgürlüğe dayanan bir
toplum ve devlet sistemi kurulmuştur.
İnkılâpçılık
İnkılâpçılık;
inkılâpları benimsemek, korumak, onu medeni ve insani yaşayışın gereği olarak
savunmaktır. Böylece, ileriye yönelmek, yaşanan gelişmeleri izlemek ve
ülkemizde de uygulamak zorunlu bir duruma gelmektedir.
İnkılâpçılık,
batılılaşma ve çağdaşlaşma yolunda daima ileriye, çağdaş uygarlığa yönelmektir.
İnkılâpçılık, sadece inkılâpları savunmayı değil, inkılâpları geliştirmeyi,
çağdaş hayatın gereklerine uydurmayı da içine alır.
İnkılâpçılık İlkesinin Türk Toplumuna Sağladığı
Faydalar
*
Türk toplumuna her yönden gelişme ve ilerleme yolunu açmıştır.
*
Kişisel egemenliğe son verilerek millet egemenliği kurulmuştur.
*
Türk Devleti, yeni kurumları ile çağdaş ve dinamik bir yapıya kavuşmuştur.
Bütünleyici İlkeler
*
Milli Egemenlik
*
Milli Bağımsızlık
*
Milli Birlik ve Beraberlik, Ülke Bütünlüğü
*
Yurtta Barış, Dünyada Barış
*
Akılcılık ve Bilimsellik
*
Çağdaşlık ve Batılılaşma
*
İnsan ve İnsanlık Sevgisi
25) Milli
Güvenlik Bilgisi
Milli Güvenliğin Tanımı
Milli güvenlik;
devletin anayasal düzenini, milli varlığını, bütünlüğünü, uluslararası alanda
siyasal, sosyal, kültürel ve ekonomik bütün çıkarlarını ve uluslararası
antlaşmalarla belirlenen haklarını her türlü iç ve dış tehditlere karşı
koruması ve kollamasıdır.
Milli Güvenlik Kurulu’nun Görevleri
* Devletin
milli güvenlik siyasetinin tayini, belirlenmesi ve uygulanmasıyla ilgili
konularda görüş tespit etmek.
* Milli
hedef, plân ve programların gerçekleştirilmesine ilişkin önlemleri belirlemek.
* Milli güç
unsurlarının milli hedefler yönünden güçlenmesini sağlayacak temel esasları belirlemek.
* Devletin
varlığı, bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve
güvenliğinin korunmasıyla ilgili önlemleri tespit etmek.
* Anayasal
düzeni koruyucu, milli birlik ve bütünlüğü sağlayıcı, Türk milletini Atatürkçü
düşünce doğrultusunda, milli ülkü ve değerler etrafında birleştirerek milli
hedeflere yönlendirici önlemleri belirlemek.
*
Olağanüstü hal, sıkıyönetim, seferberlik ve savaş hali için görüş
tespit etmek.
* Topyekün
savunma, milli seferberlik ve diğer konularda kamu ve özel kurum ve
kuruluşlara, vatandaşlara düşecek hizmet ve yükümlülükler ile bu hususlarda yapılacak
planlara temel teşkil edecek esasları tespit
etmek.
* Milli
güvenlik kapsamına giren konularda yapılan ve yapılacak milletlerarası
antlaşmalar hakkında görüş tespit etmek.
Milli Güç
Bir ulusun,
hedeflerine ulaşabilmek amacıyla kullanılabilecek maddi ve manevi kaynaklarının
toplamına “Milli Güç” denir.
Milli Güç Unsurları
Siyasi Güç : Bir
devletin milli hedeflerine erişmek, erişilenleri koruyup geliştirmek ve milli menfaat
sağlamak amacıyla kullandığı siyasi kuvvetlerin toplam verimidir.
Askeri Güç :
Ulusal politikanın uygulanmasında ve ulusal hedeflerin elde edilmesinde
kullanılan fiziki güce “askeri güç" denir.
Ekonomik Güç :
Milli gücün tüm unsurlarının gelişip güçlenmesi için gereken maddi ve parasal
ihtiyaçlar, ekonomik güç tarafından karşılanır.
Nüfus
(Demogratik) Güç : Bir ülkede yaşayan insanların sayısı nüfus gücünün başlıca
etkenlerinden biridir.
Coğrafi Güç : Bir
devletin coğrafyasına ait canlı veya cansız, doğal ve yapay, gerçek ve nispi
(göreli) tüm değerler onun milli gücünün coğrafi unsurunu oluşturur.
Bilimsel ve
Teknolojik Güç : Günümüzde bilim ve teknoloji alanlarında etkin ve yeterli bir
düzeye ulaşamayan devletler büyük topraklara, zengin doğal kaynaklara sahip
olsalar bile büyük ve güçlü devletler arasında sayılmazlar.
Psiko - Sosyal ve
Kültürel Güç : Psiko - sosyal ve kültürel güç toplumun sahip olduğu ve tarihten
gelen maddi ve manevi değerlerin topluma sağladığı güçtür. Buna kısmen “moral
güç” de denilebilir.
Komşularımız ve Tarihsel
Hedefleri Yunanistan’ın Hedefleri
* Türkiye’nin iç güvenliğini tehdit
eden unsurlara destek vermektedir.
*
Türkiye’nin Batı ile bütünleşme yolundaki çabalarına engel çıkarmaktadır.
* Türkiye ile
sorunları olan doğu ve güneydoğu ülkeleriyle savunma ve işbirliği anlaşmaları imzalamaktadır.
* Türkiye’nin
ilgi sahası olan Balkanlar, Karadeniz, Orta Asya gibi bölgelerde etkinliğini
azaltmaya çalışmaktadır.
Ermenistan’ın Amacı
Sovyetler
Birliği’nin dağılmasından sonra bağımsızlığına kavuşan Ermenistan tarihte var
olduğuna inandığı Büyük Ermenistan’ı kurmak amacındadır. Şu anda bulunduğu
topraklar ile Azerbaycan, Doğu Anadolu ve güney illerimizin bir kısmını içine
alan bir devlet kurmak peşindedir. Bu amaçla da başta bölücülük olmak üzere
Türkiye’yi yıpratıcı tüm hareketlere destek vermektedir.
Türkiye’nin İştirak Ettiği
Önemli Uluslararası Siyasi Organizasyonlar Uluslararası Organizasyonların Önemi
Ülkeler arasında
meydana çıkacak anlaşmazlıkların barışçı yollarla çözülmesi amacıyla tüm
ülkelerin, uluslararası güvenlik konularında veya ülkelerin kendi aralarındaki
anlaşmazlıklar hususunda, konuları tartışabilecekleri, ortak çözüme
ulaşabilecekleri uluslararası platformlara ihtiyaç vardır. Uluslararası
organizasyonlar, ülkeler arasındaki sorunları ve savaş tehlikesini azaltmıştır.
II. Dünya
Savaşı’ndan sonra çeşitli organizasyonların oluşması dünya barışına katkıda
bulunmuştur. Bu katkı siyasal sistem farklılıklarının azalmasıyla artmaktadır.
Türkiye’ nin Üye Olduğu
İttifaklar Birleşmiş Milletler (BM)
Kuruluş Amacı ve
Tarihçesi : Dünyada barış ve güvenliği korumak, eşitlik ve kendi kaderini
belirleme ilkeleri temelinde dostluk ilişkilerini geliştirmek, ekonomik,
sosyal, kültürel ve beşeri sorunları azaltmak ve çözmek için uluslararası
işbirliğini sağlamak amacıyla kurulmuştur. Üye sayısı 180'i geçmiştir.
Avrupa Birliği (AB)
Kuruluş Amacı ve
Tarihçesi : Avrupa Birliği, II. Dünya Savaşı’nın büyük ölçüde yıktığı Avrupa’nın
mümkün olan en geniş ve en etkin işbirliği çerçevesinde birleşip bütünleşmesini
amaçlamaktadır.
Türkiye’nin Statüsü ve Türkiye Açısından Önemi
Türkiye tam
üyelik öngören bir ortaklık için 9 Temmuz 1959 tarihinde girişimde bulunmuş, 12
Eylül 1963'te Türkiye - Avrupa Birliği ortaklık antlaşması imzalanmıştır.
Avrupa Birliği’ne tam üye olmayı amaçlayan Türkiye 14 Nisan 1987'de tam üyelik
başvurusunda bulunmuştur. 10 Aralık 1999'da Helsinki Zirvesi’nde Türkiye’nin
tam üyelik için adaylığı kabul edilmiştir. Türkiye ile Avrupa Birliği arasında
1 Ocak 1996 tarihinden itibaren "Gümrük Birliği” uygulaması
başlatılmıştır.
Türkiye lâik -
demokratik bir yönetim şeklini benimsediğinden Avrupa ile yakınlaşma ve
bütünleşme politikası izlemektedir. Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne tam üye
olması bu konuda atılacak en önemli adım olacaktır.
NATO
Kuruluş Amacı
ve Tarihçesi
Nato; Birleşmiş
Milletler Antlaşması çerçevesinde üyelerinin güvenliğini sağlamak ve istikrarın
gelişmesine yardım etmek amacıyla kurulmuştur.
Türkiye’nin Statüsü ve Türkiye
Açısından Önemi
Türkiye’nin NATO
üyeliği ittifak ile karşılıklı çıkar esasına dayanmaktadır. Türkiye bu üyelik
sayesinde hem demokrasisini güçlendirmekte hem de kendisine yönelebilecek
tehdit ve saldırılara karşı göğüs gerebilmektedir.
Seferberlik Seferberliğin Tanımı
Devletin bütün
güç kaynaklarının başta askeri güç olmak üzere, savaşın ihtiyaçlarını
karşılayacak şekilde hazırlanması, toplanması, tertiplenmesi ve kullanılmasına
ilişkin bütün faaliyetlerin uygulandığı, hak ve hürriyetlerin kanunlarla kısmen
veya tamamen sınırlandığı durumdur.
Seferberliğin Önemi
Savaş tehlikesi
her an var olduğundan devletler milli güçleri oranında silahlı kuvvet
bulundurmak zorundadır. Devletlerin kendilerini en etkili şekilde
savunabilmeleri silahlı kuvvetlerini çok iyi eğitmelerinin yanında kısa zamanda
gerçekleştirebilecekleri etkin bir seferberlik sistemine sahip olmalarıyla
mümkündür. Çünkü günümüzde barış zamanında orduların %90, %100 oranında
personel mevcudunun korunması ekonomik nedenlerle terk edilmektedir. Bu yüzden
seferberliğe dayanan bir sistemle kısa sürede toplanabilen ve eğitilmiş
personelle seferberliğini tamamlayan ordular hem daha başarılı olacaklar, hem
de ülkelerinin ekonomik kalkınmasına yardımcı olacaklardır.
Sivil Savunmanın Tanımı
Sivil Savunma
düşman taarruzlarına, doğal afetlere ve büyük yangınlara karşı halkın can ve
mal kaybının en aza indirilmesi, hayati önem taşıyan her türlü resmi ve özel
tesislerin korunması ve faaliyetlerinin sürdürülmesi için acil onarım ve
ıslahı, savunma gayretlerinin sivil halk tarafından azami surette desteklenmesi
ve cephe gerisindeki halkın moralinin korunması amacıyla alınacak her türlü
silahsız koruyucu ve kurtarıcı tedbir ve faaliyetleri kapsar.
Sivil Savunma Teşkilatı’nın Görevleri
*
Savaş zamanında halkın can ve mal güvenliğini sağlamak
*
Doğal afetlerde can ve mal kurtarmak
*
Büyük yangınlarda can ve mal kaybını
azaltmak
* Savaşta ve
doğal afetlerde yok olmaları, çalışmaz hale gelmeleri, toplum yaşamını büyük
ölçüde etkileyecek, ordunun savaş gücünü azaltacak mahiyetteki önemli resmi ve
özel müessese ve tesisleri (fabrika, trafo merkezi, su tesisleri vb.) korumak,
çalışmalarının sürekliliğini sağlamak, ivedi onarımları yapmak
* Savaş
zamanında her türlü savunma gayretlerinin sivil halk tarafından azami derecede
desteklenmesini sağlamak
* Savaşta cephe gerisindeki
halkın moralini kuvvetlendirmek
*
Bütün bu işleri silahsız olarak bilinçli bir şekilde yapmak
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder